Birbirlerine taban tabana zıt paradigmaları olduğu iddiasındaki AKP ve CHP, İsveç Parlamentosunun Ermeni Soykırımını kabul etmesinden sonra, ırkçı çizgide buluşarak Türkiye’deki Ermenistan göçmenlerinin sınırdışı edilmesi fikrini beraberce savunmakta bir beis görmediler.
Daha 2009 yılı Ocak ayında “Biz, dedeleriniz, ecdadınız kovulduğu zaman, sizi kalkıp da bu topraklarda ağırlayan, bu topraklarda misafir eden Osmanlı’nın torunları olarak konuşuyoruz.” [1] cümlesiyle Türkiye vatandaşı Yahudileri İsrailliler ile aynı kefeye koymakta mahsur görmeyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, aynı fütursuzlukla birkaç gün önce Londra’da BBC’ye verdiği demeçte “Ülkemde, 170,000 Ermeni var; bunların 70,000’i benim vatandaşımdır. Ama 100,000’ini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse bu 100,000’ine ‘hadi siz de memleketinize’ diyeceğim, bunu yapacağım. Niye? Benim vatandaşım değil bunlar. Ülkemde de tutmak zorunda değilim.” [2] diyordu.
Aralık 2008’de “Özür Diliyorum” kampanyası hakkında “Cumhurbaşkanı'nın bu kampanyayı desteklediği görülüyor. Abdullah Gül, cumhurun, yani Türk milletinin cumhurbaşkanlığını yapsın, etnik kökeninin değil. Cumhurbaşkanı'nın anne tarafından etnik kökenini araştırın görürsünüz.” [3] sözleriyle Gül'ün kökeniyle ilgili başlattığı ırkçı polemik sebebiyle Ankara 2. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından mahkum edilen [4] CHP’li Canan Arıtman da, 15 Mart 2010’da İsveç’e “misilleme” olarak “Türkiye’de çalışan kaçak Ermenilerin sınır dışı edilmesi, İsveç’te tasarı lehine oy kullanan veya oylamaya girmeyen üç Türk parlamenterin Türkiye vatandaşlığının iptal edilmesi” [5] gibi tuhaf önerileri gündeme getirdi.
İşin en utanç verici yanı, her iki siyasi akım için de, Türkiye’de yaşayan Ermenistanlıların insan değil, “misillemelerde kullanılacak rehine” konumunda olmasıydı. Aslında bu “misilleme” taktiği, 4 yıl önce Fransa Parlamentosunun Ermeni soykırımını inkar edenlere cezai yaptırım öngören tasarıyı gündemine aldığı dönemde, AKP’li Yaşar Yakış ve CHP’li Şükrü Elekdağ tarafından, Türkiye’de çalışan 70,000 Ermenistan vatandaşının sınırdışı edilmesi önerisinin tekrarıydı. [6]
Fransızların sınırdışı edilmesi de insanlık dışı bir tepki olacaktı ama, işin ilginç yanı bu absürd öneride de hedefin Türkiye’deki Fransızlar değil, Ermenistanlılar olmasıydı. Bu konudaki en çarpıcı yorumlardan biri privatesozluk.com sitesindekiydi:
“Hayır Türkiye’den 70,000 Fransız’ın sınırdışı edilmesi gibi bir durum olsa anlayacağım da; Fransız’a kızıp, Ermeni’yi kovmak niye? Şimdi bu 70,000 Ermeni’yi hadi sınır dışı ettik… Sonra gitti İsviçre de benzer bir soykırım yasası çıkardı mesela… Ardından bizim gene 70,000 Ermeni’yi sınır dışı etmemiz gerekecek. Ama sınırdışı edecek Ermeni bulamayacağız.”Üstelik Türkiye bu konuda sabıkalıydı ve o sebeple bu görüşlere kuru sıkı bir tehdit olarak bakmak olanaksızdı. 50 yıl önce de, vatandaş Rum, Ermeni ve Yahudiler “iç düşman,” Türkiye’de yaşayan Yunanistanlı, Ermenistanlı ve İsraillilerse, “misillemelerde kullanılacak rehine” konumundaydı.
Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül olayları’nın ardından Rumların bir kısmı Türkiye’den ayrılmıştı, ama asıl kovalama 1964’deki sınırdışı kararıyla yaşandı. 1930’da İsmet İnönü ve Elefterios Venizelos hükümetleri arasında imzalanan “İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşması,” 1923 nüfus mübadelesiyle Yunanistan’a göçe zorlanmış ve Türk uyruğundan çıkarılmış Rumlara İstanbul’a yerleşme ve çalışma hakkı tanımıştı. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan Kıbrıs ve Batı Trakya sorunları, hükümetin ve Türk basınının İstanbullu Rumları EOKA’ya faaliyetlerine destek olmakla suçlamasıyla toplumda büyük bir infiale sebep oldu ve EOKA’nın Kıbrıslı Türklere saldırılarına “misilleme olarak”, 16 Mart 1964’de Türkiye hükümeti, Seyrisefain Anlaşmasını tek taraflı feshederek, Yunanistan uyruklu Rumların taşınmazlarına el koydu ve bir hafta içinde ülkeyi terk etmelerini istedi. Çoğu yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan İstanbullu Rum işadamlarından oluşan 12,562 Yunanistan yurttaşı bu kararla yanlarına sadece bir bavul ve 200 lira almalarına izin verilerek sınırdışı edildi. [7] Zorla sınırdışı edilenlerin akrabaları da eklenince, 40,000 Rum ülkeyi terk etmiş oldu. [8]
Burada bir parantez açıp hatırlatalım: Kendisini “Soykırım Uzmanı” olarak gören Başbakan Erdoğan’ın, İsveç Parlamentosuna “kızma hakkı” olup olmadığı da tartışmalıydı. En son 7 Aralık 2009’da, Johns Hopkins Üniversitesindeki konuşmasında “belgeleri bizzat okuduğunu” belirten Başbakan, “Osmanlı'nın Ermenilere soykırım uyguladığına kesinlikle inanmadığını” vurgulamış, “Benim ecdadım soykırım yapmamıştır, yapmaz.” demişti.
Başbakan, Müslümanların soykırım yapmayacağını da Kasım ayında dile getirmiş, Darfur’da 300,000 kişinin öldürülmesi sebebiyle Uluslararası Ceza Mahkemesinin tutuklama kararı verdiği Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir hakkında, “Ben Netanyahu ile o kadar rahat konuşamam, ama Beşir ile rahatlıkla konuşurum. […] Niye? Bir Müslüman böyle bir şey yapamaz ki. Bir Müslüman soykırım yapamaz.” demişti. [9] Aslında Başbakan, açıklamasıyla bir taşla iki kuş vurabilme yeteneğini sergilemiş, hem Sudan’da soykırım olmadığını, hem de Gazze’de soykırım yaşandığını tek nefeste açıklamıştı. Seth Freedman, The Guardian’daki “Erdoğan’ın Müslümanlara körü körüne güveni” başlıklı yazısında, Başbakanın El-Beşir’i desteklemekte yalnız kaldığı, yakın tarihin en büyük katliamlardan birinin üzerini örtmenin suça ortaklık etmek olacağını belirtmiş; “Hepsinden daha vahimi, Başbakan’ın sözlerinde görülen o ırkçı ton.” [10] eleştirisinde bulunmuştu. Benzer eleştirileri Ahmet Altan [11] ve Yıldıray Oğur [12] da dile getirmişlerdi.
Başbakan 9 Temmuz 2009’da da Sincan Özerk Bölgesi için “Yüzlerce insanın öldürüldüğü ve bini aşkın insanın yaralı olduğu bir olayı adeta bir soykırım. Herhalde başka bir kelime ifade etmez. Bunu hem bir soydaş olarak hem aynı değerleri paylaşan insanlar olarak söylemek durumundayız.” demişti. [13, 14] Yine bir taşla iki kuş vuran Başbakan; sadece Çin’in soykırımcılığını değil; “Ne mutlu Türküm diyene” söylemindeki “Türk”ün aslında bir üst kimliğe işaret ettiği propagandasını da ifşa etmişti. Aslında Erdoğan, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün 10 Kasım 2008’deki “Bugün eğer Ege’de Rumlar ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba aynı milli devlet olabilir miydi? Bu mübadelenin ne kadar önemli olduğunu size hangi kelimelerle anlatsam bilmiyorum, ama eski dengelere bakarsanız, bunun önemi çok açık ortaya çıkacaktır. [Türkiye’nin] gerçekten çağdaş, medeni ve aydınlanmış insanların ülkesi olabilmesinde Cumhuriyet’in başlangıcındaki prensipler çok önemliydi.” [15] açıklamasını tamamlamaktaydı. Devlette devamlılık esastı ve ulus-devletin temeli, ırksal soydaşlık algısıydı.
Parantezi kapatıp, yasadışı göçmenlere geri dönelim. Yasadışı göçmen sorunu, AB ülkelerinin de en çetrefilli gündem maddelerinden birisidir. AB ülkelerinde, vatandaşlarımızın önemli bir oranını oluşturduğu 8 ile 10 milyon arası yasadışı göçmen olduğu düşünülmektedir. Aşırı sağcı partiler bu göçmenleri “her derdin müsebbibi” olarak yaftalayarak “zenofobi”yi politik bir koz olarak kullanmaktan çekinmezken; özellikle sendikalar, kiliseler, insan hakları örgütleri ve toplumun duyarlı kesimleri zorla sınırdışı uygulamalarına karşı ciddi bir direniş göstermektedirler.
Direnişin ilk sebebi, “toplu deportasyon” fikrinin prensip olarak demokrat bir ülkede kabul edilemez oluşudur. Yasadışı bulundukları ülkelerde dahi, bireyler temel dokunulmaz haklara sahiptir. İdarenin sınırdışı kararına yargı önüne itiraz etmek, bu haklardan biridir. Kategorik sınırdışı uygulamalarında, en azından bu hakkın kullanılamayacağı aşikardır. Sonuçta ülke yetkilileri, her yasadışı göçmenin durumunu vaka bazında değerlendirmek zorundadırlar.
Toplu sınırdışı söylemi, insan hakları örgütleri tarafından toplumdaki yabancı düşmanlığını körüklediği için de eleştirilmektedir. Bu söylemin ardında, toplumda yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntılar için bir “günah keçisi” belirleyerek, toplumsal öfkenin bir etnik veya dinsel gruba yönlendirilmesi düşüncesi vardır.
Bir başka itiraz sebebi ise insanidir. Ucuz işgücü olarak yararlanılan ve o sebeple varlıklarına göz yumulan yasadışı göçmenlerin, konjonktür gerektiriyor diye kurdukları düzenden sökülüp atılmaları insanlık dışı bir uygulamadır. Pek çok ülkede göçmenler zamanla iş bulmuş, sosyal ilişkiler kurmuş; evlenmiş ve çocuk yapmış durumdadırlar. Kısaca, göçmenler zamanla yaşadıkları toplumun bir parçası haline gelmektedirler. Özellikle küçük çocukları olan ailelerin sınırdışı edilmesi, AB’de kamuoyu vicdanını ciddi biçimde yaralamaktadır. O sebeple Belçika’da 2009 yılında 25,000 yasadışı göçmenin affedilmesi gibi yasal düzenlemeler zorunlu hale gelmektedir. [16]
Araştırmacı-Yazar Alin Osinyan’ın daha yakınlarda yayınlanan araştırması, Başbakanın deyimiyle “idare edilen” Ermenistanlı göçmenlerin %48’inin, 1998 depreminin yaşandığı Shirak'tan geldiğini göstermektedir. Aynı araştırma Ermenistan'da yaşanan sancılı ekonomik sürecin Türkiye'ye gelerek kaçak işçi olarak çalışmada başlıca neden olduğunu ortaya koymaktadır. [17] Bu sürecin önemli bir sebebinin Türkiye’nin sınırı kapalı tutması olduğu da unutulmamalıdır.
Son olarak, gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir noktanın altını çizmek gerekir: Din veya etnik köken gibi bir aidiyet gözeterek planlandığında, toplu deportasyon açık bir ırkçı bir eylem ve saldırıdır. Türkiye’deki diğer yasadışı göçmenlere göz yummaya devam ederken, sadece Ermenistanlıları hedef almak tam da budur.
Üstelik, bütün bunların dışında, Canan Arıtman’ın veya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri, başka bir perspektiften dehşetle bakmayı gerektiriyor: Sırf etnik aidiyetleri sebebiyle Ermenilerin Anadolu’dan tehciri düşüncesi, size hangi tarihsel olayı anımsatıyor?
Kaynakça
- Erdoğan: İsrail insanlık yaşamına kara bir leke düşürdü. Radikal. 6 Ocak 2009. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=915782&Date=07.01.2009&CategoryID=78
- Zabcı, F.; Ekinci A. 100 bin kaçak Ermeni’yi şimdilik idare ediyoruz. Hürriyet. 17 Mart 2010. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/14130171.asp
- CHP’li Arıtman'dan tahrik edici sözler! haberaktuel.com. 18 Aralık 2008. http://www.haberaktuel.com/CHPli-Aritmandan-tahrik-edici-sozler!-haberi-167899.html
- CHP'li Arıtman, Gül'e tazminat ödeyecek. Star. 25 Mart 2009. http://www.stargazete.com/politika/chpli-aritman-gule-tazminat-odeyecek-177674.htm
- Arıtman: Kaçak Ermeniler'i gönderelim. Radikal. 16 Mart 2010.. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=985936&Date=16.03.2010&CategoryID=98
- Ermeniler için sınır dışı teklifi. Radikal. 10 Ekim 2006. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=201105
- Hacır, Gürkan. İstanbul'da Rum, Atina'da Türk olmak. Akşam. 11 Haziran 2009. http://www.aksam.com.tr/2009/06/11/yazar/12976/gurkan_hacir/istanbul_da_rum__atina_da_turk_olmak.html
- Demir, Hülya; Akar, Rıdvan. İstanbul'un Son Sürgünleri / 1964'te Rumların Sınırdışı Edilmesi. İstanbul: İletişim Yayınları. 238 sayfa, 1994. ISBN: 9754704414.
- Erdoğan'a göre Darfur'da soykırım yok! CNNTürk. 9 Kasım 2009. http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/11/08/erdogana.gore.darfurda.soykirim.yok/550901.0/index.html
- Freedman, Seth. Erdogan's blind faith in Muslims. The Guardian. 11 Kasım 2009. http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2009/nov/11/erdogan-muslims-turkish-sudan-gaza
- Altan, Ahmet. Gazze’den Darfur’a yol gider... Taraf. 7 Mart 2009. http://www.taraf.com.tr/makale/4363.htm
- Oğur, Yıldıray. Sayın Erdoğan, bizden yaşlısın. Taraf. 9 Mart 2009. http://www.taraf.com.tr/makale/4399.htm
- Erdoğan: Soykırım seviyesinde bir vahşet. Yeni Şafak. 10 Temmuz 2009. http://yenisafak.com.tr/Politika/?i=197716
- Turkey attacks China “genocide” BBC News. 10 Temmuz 2009. http://news.bbc.co.uk/2/hi/8145451.stm
- Rum ve Ermeniler kalsa MİLLİ devlet olamazdık. Kanal A Haber. 11 Kasım 2008. http://www.kanalahaber.com/news_detail.php?id=22430
- Belgium declares amnesty for illegal immigrants. CBC News. 11 Kasım 2000. http://www.cbc.ca/world/story/2000/01/19/belgium000119.html
- Türkiye'deki kaçak Ermeniler raporu. CNNTürk. 15 Şubat 2010. http://www.cnnturk.com/2010/turkiye/02/15/turkiyedeki.kacak.ermeniler.raporu/563910.0/index.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder