26 Aralık 2009 Cumartesi

“Soykırım” mı, “Büyük Felaket” mi?

Qui vult dare parva non debet magna rogare.


Prof. Dr. Baskın Oran’ın Mayıs ayında Güney Fransa’da, Avignon kenti yakınlarındaki Althen-des-Paluts köyünde katıldığı ‘Althen Ermenistan’la Buluşuyor’ adlı Ermeni Günlerine ilişkin yazı dizisi, 5 gündür Radikal gazetesinde yayınlanıyor. Özellikle Oran'ın, Michel Marian, Yves Ternon, Jacky Mamou ve Laurent Leylekian ile birlikte konuşmacı olarak katıldığı ‘Devlet İnkârcılığına Karşı Sivil Toplum’adlı oturumdaki konuşmasını ilgi ile izliyorum.

Baskın Oran’ın Radikal’de yayınlanan yazı dizisinde beni çok şaşırtan bazı ifadelerini yok saymak mümkün değil. Bir yazar olmadığımdan, düşüncelerimi yeterince akıcı ve net ifade edemiyor olabilirim; ancak özünde hocanın yaklaşımını çok da sağlıklı bulmadığımı ifade etmeliyim. Bazen cehennemin yollarının iyi niyet taşlarıyla örüldüğünü hatırlatmak gerekli sanırım.

Baskın hocadan yapacağım ilk alıntı "soykırım" kelimesinin kullanımı ile ilgili. Hoca, Ermeni Günleri’ni düzenleyenlere şöyle yazıyor:
“1915’teki insansal kanamayı, 1948 BM sözleşmesindeki hukuksal terim olan soykırım’la anmayı siyasal olarak tercih edebilirsiniz. Böyle bir adlandırma, bilimsel olarak yetkili bir uluslararası yargı organı kararı gerektirdiği halde, itirazım yok. Ama, özellikle de moderatör olarak, konuşmacıları bu terimi kullanmaya zorlamamalısınız. Ermeni olayında hiçbir hukuksal ve ekonomik sonuç yaratmayan bu terim, Türk devletinin inkarcılığı yüzünden şu anda Ermeniler için sosyo-psikolojik bir tuzak oluşturmuş vaziyette…” [1]
Öncelikle, soykırım nedir, onu anımsayalım: 9 Aralık1948 tarihinde Birleşmiş Milletlerce kabul edilen ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe giren Soykırım Suçlarını Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi’nin (SSÖCS) 2. maddesi “Soykırımı oluşturan Eylemler” başlığı altında şunları saymaktadır:
“Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden her hangi biri, soy kırım suçunu oluşturur.
  1. Gruba mensup olanların öldürülmesi;
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek;
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak;
  5. Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek” [2]
Teknik olarak, Baskın Oran ilk bakışta iki açıdan haklı gibi görünüyor. Birinci nokta; Roma hukukuna dayalı Avrupa hukuku, yasa ile belirlenmemiş suç olmayacağı, dolayısıyla bir yasanın geriye doğru suç isnat etmek için işletilemeyeceği (“nullum crimen sine lege, nulla púna sine lege praevia”) ilkesi üzerine kurulmuştur. Bu açıdan 1915 olayları, SSÖCS çerçevesinde “soykırım” olarak tanımlanamayacağı eskiden beri öne sürülen bir görüştür.

Ancak, Avrupalı mihver devletlerindeki önde gelen savaş suçlularının yargılanabilmesi için 8 Ağustos 1945 tarihinde imzalanan Londra Anlaşması ile kurulan Uluslararası Askeri Mahkeme (International Military Tribune), bu tarihten önceki suçları yargılamak için kurulmuştur. Nitekim, mahkemenin yetki alanı aynı tarihte kabul edilen Uluslararası Askeri Mahkeme Tüzüğü’nün (Charter of the International Military Tribunal) 6. maddesinin (A) fıkrasında “Barışa karşı suçlar”, (B) fıkrasında “Savaş Suçları” ve (C) fıkrasında “İnsanlığa karşı Suçlar” olarak tanımlanmıştır. [3] Bu durumda yargılama, anlaşma öncesi dönemi kapsadığından, suç tanımlanması geriye doğru (ex post facto) işletilmiştir. Nüremberg’deki Uluslararası Askeri Mahkeme de 2006 yılındaki kararında“soykırım” ifadesini SSÖCS’de soykırımın tarifinden önce açıkça kullanmıştır. [4]

Birleşmiş Milletler tarafından 26 Kasım 1968 tarihinde kabul edilen ve 11 Kasım 1970 tarihinde yürürlüğe giren “Savaş Suçlarına ve İnsanlığa Karşı Suçlara Zamanaşımının Uygulanmaması Hakkında Sözleşme” de 1. maddesinin (B) fıkrasında, geriye doğru işletilmiş olan Nüremberg Uluslararası Askeri Mahkeme Tüzüğü’ne atıfta bulunarak, “insanlığa karşı işlenmiş suçlar”ın zaman aşımına uğratılamayacağını hükme bağlamıştır. [5] Bazı uzmanlar bu karar ile soykırımlara ilişkin geriye dönük yargılama yapılabileceğini savunmaktadırlar.

Baskın hocanın haklı gibi göründüğü ikinci nokta da, mahkeme kararı koşuludur: SSÖCS’nin 6. maddesinde “Soykırım fiilini veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerden birini işlediğine dair hakkında suç isnadı bulunan kimseler, suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili bir mahkemesi, veya yargılama yetkisini kabul etmiş olan Sözleşmeci Devletler bakımından yargılama yetkisine sahip bulunan uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yargılanır.” hükmü getirilmektedir. Aynı sözleşmenin 9. maddesinde de “Sözleşmeci Devletler arasında, bu Sözleşmenin yorumlanması, uygulanması veya yerine getirilmesi ve ayrıca soykırım fillerinden veya Üçüncü maddede belirtilen fiillerin her hangi birinden bir Devletin sorumluluğu ile ilgili olarak çıkan uyuşmazlıklar, uyuşmazlığın taraflarından birinin talebi üzerine Uluslararası Adalet Divanı önüne götürülür” denmektedir. [2] Yani, resmi bir soykırım hükmü için bir mahkeme kararı gerekliliği ortadadır. Ancak, buradaki püf noktası SSÖCS’de tekrarlanan “Sözleşmeci Devletler” kavramıdır ve Osmanlı İmparatorluğu anlaşma imzalandığında fiilen var olmadığından, sözleşmeye taraf devlet de değildir. Türkiye’nin kuruluşu da 1923 tarihinde olduğundan, 1915 olaylarında mahkeme yolunun açık olup olmadığı konusunda uzmanlar arasında kesin bir görüş birliği yoktur.



Yine de ilginç bir gelişmeyi aktaralım. 2002 yılında Türk-Ermeni Barışma Komisyonu’nun Türk üyelerinin isteği ile International Center for Transitional Justice (ICTJ) adlı kuruluştan 1915 olaylarının “soykırım” olarak adlandırılması konusunda teknik görüş istendi. ICTJ, üç unsur açısından (1. bir ya da daha fazla insan öldürüldü; 2. bu kişiler belirli bir ulusal, ırksal ya da dinsel gruba aittiler, 3. grup üyelerine yönelik öldürme eylemleri bir kalıp ortaya çıkaran biçimde uygulandı) SSÖCS’deki “soykırım” tanımına uyduğu ve anlaşmanın başlangıç kısmında da “tarihin her döneminde soykırımın insanlık için büyük kayıplar meydana getirdiğini kabul ederek” ibaresinin bulunduğundan hareketle 1915 olaylarının “soykırım” olarak nitelendirilebileceği; ancak sözleşmenin hem yürürlük tarihinden geriye doğru işletilemeyeceğinden, hem de sadece imzalayan ülkeleri bağladığından hareketle de 12 Ocak 1951 tarihinden önceki olaylara uygulanamayacağı kanaatine vardı. [6]

Demek ki, Baskın hocaya yukarıda bahsi geçen her iki noktada da önemli itirazlar dile getirilebilir.

Konuşmasının bir başka yerinde ise Baskın Hoca, özür kampanyasında neden "soykırım" yerine "büyük felaket" dediklerini şöyle açıklıyor:
"15 Aralık sabahından itibaren ortalık cehenneme döndü. Protestocular özellikle iki noktaya çok sinirlenmişlerdi: ‘Büyük Felaket’ ve ‘Özür diliyorum’.

Büyük Felaket’e niye sinirlendiler? Çünkü Türkler bu terimi ‘Soykırım’ olarak okudular. Soykırım kelimesi Türk kamuoyu için tek bir anlama gelir: Nazilerin Yahudileri ortadan kaldırması. Duydukları anda çok öfkelenirler ve kulaklarını otomatik olarak tıkarlar. Artık bir şey dinletemezsiniz. Olay kilitlenir. Oysa, Ermenice ‘Medz Yeğern’ teriminin tam çevirisi olan bu terim imzacılar tarafından özenle seçilmişti:
  1. Soykırım kelimesinin kullanılmaması Türk kamuoyunun yabancılaşmasını önleyecekti,
  2. Bu Ermenice terim Ermenilerin soykırım kelimesi 1944’te icat edilmeden önce 1915 için kullandıkları en yaygın terimdi. Böylece Ermenilerin acılarına mütevazı bir ilaç olacaktı. Ayrıca Erivan’daki anıtın da ismiydi.
İlginçtir: Daha önce de dediğim gibi, ulusalcı Türklerin yanı sıra kimi Ermeniler de tam ters bir simetrik nedenle Medz Yeğern’e çok sinirlendiler: Soykırım teriminden başka terim duymak istemiyorlardı. Bazıları, Özür Kampanyası’nın Soykırım terimini sulandırmak ve Ermeniler arasında kargaşa yaratmak için başlatıldığını söylediler. Bir başkaları, Medz Yeğern’i hayatlarında ilk defa duyduklarını bildirdiler. Hiç Ermenice bilmeyen Ermenilerdi bunlar; çoğu Amerikalı." [7]
Bu konuda farklı araştırma sonuçları yayınlanmış olmasına rağmen [8], velev ki Baskın hocanın tanıştığı Amerikalı Ermeniler Ermenice bilmiyorlar, ama bu onların 1915'teki olayları bilmedikleri ya da anlamadıkları anlamına gelmez. Hocanın affına sığınarak şunu da not etmek gerekir: Ermenice “Medz Yeğern” terimi, anlamı itibarıyla İngilizce'de "soykırım" (“Genocide”) anlamına gelir, Bu tamlama Türkçe'ye bire bir "büyük felaket" olarak çevrildiğinde, kesinlikle aynı anlamı vermez.

Museviler de soykırımı tanımlamak için, İbranice “Sho’ah” kelimesini kullanırlar. Sho’ah kelimesinin İbranice sözlük anlamı da, aynı Ermenice’deki “Medz Yeğern” gibi "büyük / ciddi felaket"tir. [9] Ancak bu terim, 6,000,000 Musevinin katledilmesini tanımlarken İngilizce’ye “catastrophe” veya “great calamity” olarak çevrilmez, “Holocaust” veya “Genocide” olarak çevrilir. Benzer şekilde, Sho’ah Almanca'da da "große Katastrophe" olarak değil "Holocaust" veya "Völkermord" olarak kullanılır. İşin ilginç yanı, Holocaust’un da bire bir çevirisi “soykırım” değil, “tam yakılmış”tır (Helence. “holos” = tam, “kaustos” = yakılmış) ve Tevrat’ta geçer. [10]

Unutmamak gerekir ki, bir dildeki kavramlar o ulusun tarihsel belleği ve duygulanımı ile yakından alakalıdır. Yani, soykırıma uğramış olanın dili, uğratanın dilinden farklıdır. Aynı Japonca'da "Tsunami" kelimesinin (tsu = liman, nami= dalga), bire bir "liman dalgası" olarak çevrilmesinin bu doğal afeti bilmeyene bir şey ifade etmeyeceği, hatta kavramın içini boşaltacağı gibi.

Dilimizdeki algı ile, her soykırım büyük bir felakettir, ancak her büyük felaket soykırım değildir. Pek çok insanın deprem, bulaşıcı hastalık gibi herhangi bir sebepten ölmesi de "büyük bir felaket" olarak adlandırılabilir. Ancak bu terimin soykırım yerine kulanımı, "sorumlu olma" kavramının içini boşaltır. Oysa, soykırım yaşayan toplumlarda gerçeği anlamak --veya tüm çıplaklığıyla kavramak-- yüzleşme (confrontation), uzlaşma (reconciliation) ve iyileşmenin (rehabilitation) en temel noktasıdır.



Bence Baskın hoca tam da bu nedenle, “Büyük Felaket” çevirisi ile kavramı kaydırma riskini göze almış oluyor. Ve Yahudi soykırımı bize gösteriyor ki; bu tip kavramları kaydırmanın en önemli tehlikesi, revizyonizm ve inkar yolunun açılmasıdır.

Oldukça ünlü bir soykırım revizyonisti olan ve yazılarını çoğu kez Ernst Gauss takma adıyla yazan Germar Rudolf, "The Controversy about the Extermination of the Jews: An Introduction" adlı kitabında bu kavram kaydırmasını gayet net kullanıyor
“Tabi ki revizyonistler tehcir, gettolaştırma ve köle işçilik çerçevesinde, en azından ihmalkarlığın binlerce Yahudi’nin hayatına mal olduğunu kabul ediyorlar. Ama revizyonistler arasında bile Yahudilerin sırf farklı inançlarından dolayı kasten öldürülüp öldürülmediklerine ilişkin sorunun yanıtlanmasında görüş ayrılıkları var. Kişisel olarak ben bu ölümlerin olduğunu kabul ediyorum, ancak yeterli delil bulunmadığından bu ölümlerin hangi miktarda olduğu ya da daha üst merciler tarafından onaylandıkları ve hatta emredildikleri gibi konularda yorumda bulunamayacağım.

Revizyonistler, Nasyonal Sosyalist rejimin bilerek, ya da büyük bir ihmal sonucu, nüfuz alanında yaşayan Yahudileri onlara hem ciddi fiziksel veya zihinsel olarak zarar verici koşullara maruz bıraktığını, hem de onların fiziksel olarak yok oluşları ve cinsiyet ayrımı yoluyla kasten doğum oranlarının düşürüldüğünü inkar etmiyorlar.

Yine de, revizyonistler arasında kesinlikle Reich hükümetinin konsantrasyon kampları ve gettolardaki durumdan ne kadar haberdar olduğu, olanları ne derece onayladığı veya koşulları yeterince düzeltmede ne denli ihmalkar davrandığı, hatta bu durumu cesaretlendirdiği konusunda bir tartışma mevcut; ki bütün bunlar Yahudilere karşı Nasyonal Sosyalist önlemlerin yasal çerçevede değerlendirilmesini etkileyecektir.” [11]
”Tehcir edildiler / ihmalden ölenler oldu / ciddi fiziksel veya zihinsel olarak zarar gördüler / fiziksel olarak yok eildiler / cinsiyet ayrımı yoluyla kasten doğum oranları düşürüldü...” Rudolf, SSÖCA’nın 2. maddesindeki neredeyse tüm fıkralara gönderme yaptığı halde, söylemini “büyük bir felaket yaşadılar”la sınırlıyor, “soykırım” demeye dili varmıyor bir türlü…Bu arada, Rudolf’un 2006 yılında Almanya'da, alıntı yaptığım kitabı ve diğer eserleri yüzünden “soykırımı inkar” suçundan üç yıl hapse mahkum olduğunu da not edelim.

Benzer bir şekilde, yine bir soykırım inkarcısı olan ve bu sebeple hapis cezasına çarptırılan Ernst Zundel’e ithaf edilmiş bir siteden alıntı yapalım:
“Revizyonistler İkinci Dünya Savaşı sırasında pek çok Yahudinin acılar çektiğini, pek çok Yahudi gayrımenkulüne yasadışı el konulduğunu, pek çok Yahudinin öldürüldüğünü veya korkunç koşullara hastalık ya da açlıktan öldüklerini; Almanlar ve diğerleri tarafından Yahudilere karşı zorbalık ve mezalim uygulandığını inkar etmiyorlar. Bunların hiçbirini revizyonistler reddetmiyorlar. Revizyonistler, İkinci Dünya Savaşının insanlık tarihinin en kanlı, en ölümcül, en acımasız çatışması olduğundan hareketle ve tarafların karşılıklı suç kabul edilecek davranışlar içinde bulunduklarına işaretle [Yahudilerin başına gelenlerin] abartıldığını belirtiyorlar.” [12]
Velev ki, Milliyet gazetesinde 21.3.2005'te yayınlanan “Sohbet Odası”nda Derya Sazak'la ropörtaj yapan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu kesinlikle ve tamamıyla haklı. Halaçoğlu o söyleşide "Tehcir, Katolik ve Protestan Ermenilere uygulanmadı. Soykırım yok. Hastalıktan ölenlerin sayısı 100 bin civarında. Saldırılarda ise 10 bin kişi öldü" diyor. [13] Bütün bahsi geçen topu topu 10,000 kişi yani.

Bu durumda bile işler kötü Halaçoğlu için; Uluslararası Adalet Divanı, 26 Şubat 2007 tarihindeki kararında, 1995 temmuz ayında Bosna-Hersek’in Srebrenica kentinde 7,000 Müslümanın öldürülmesiyle sonuçlanan olayın bir soykırım olduğuna hükmetti. Yani soykırımın “öldürülen kişi sayısı” ile ilgisi yok. Üstelik Adalet Divanı’nın bu davadaki gerekçeli kararı, kıyıma dair resmi bir hükümet planı olmasına gerek olmadığını, paramiliter kuvvetlerin bile bu suçu işlemiş olması halinde dahi devletin suçlu kabul edileceğini içtihat haline getirdi. [14]



Yani biz bu “bir kelime bir işlem” oyunları ile meşgulken, aklı biraz eren bir ilkokul öğrencisi bile, "Madem Ermenileri tehcir ettiniz, yani başımıza bela olmasın diye bir kısmını Beyrut’a kadar yürüttünüz; ve madem Cemal Paşa’nın bütün iyi niyetli girişimlerine rağmen Ermeniler yollarda ihmalkarlıktan / bulaşıcı hastalıktan / eşkiya baskınıyla, vb öldüler, üzerine titreyerek tehcir ettiğiniz Ermenilere ölülerini gömecek fırsatı hiç vermediniz mi? O zaman nerede Beyrut'a kadar yol boyunca olması gereken Ermeni mezarları?" diye sormaz mı? Sahi, hepsi aynı anda ölmediğine göre tamamı da toplu mezarlara gömülmemiştir sanırım, nerede o mezarlar? Toplu gömülenlere ilişkin raporlar, belgeler, yazışmalar nerede? Her adımda kayıtlar var deniliğine göre, bu belgeler de günün birinde devlet arşivlerinde gün ışığına çıkacak o zaman.

Baskın Hoca konuşmasına şöyle devam ediyor:
"Bakınız, belki şöyle söylersem anlatabilirim: Türkiye’de sivil toplum bu meselede gerçeği Ermeni diasporasının yayınlarından öğrendi. Mesela ben 45 yaşımdan sonra öğrendim. Tamam. Ama şu andaki aşırılıklar (overdoing) yapana zararlı hale geldi çünkü uzmanlık konusu azınlıklar olan insan hakları savunucusu ben bile tepki duyuyorum.

Bu konuda ‘aşırılık’la neyi kastediyorum? Bazı Ermenilerin ‘inkârcı’ terimine verdikleri anlamı kastediyorum. Bu tanım şöyle: “İnkârcı, 1915’te cereyan eden olayları Soykırım’dan başka herhangi bir terimle adlandırmaya kalkan kişi veya kurum”. Oysa benim ve arkadaşlarım için ‘inkârcı’nın anlamı şudur: “İnkârcı, Osmanlı Ermenilerinin 1915’te İtthatçılar tarafından Anadolu’dan etno-dinsel temizliğe tabi tutulduklarını reddeden kişi veya kurumdur.” [15]
Burada duraksıyorum. Bir daha okuyorum bu paragrafları… Hakikaten; "aşırılık" derken hoca neyi kastediyor? "Etno-dinsel temizliğe tabi tutulmak" ne demek? "Savaş hali malum, hadi Yallah Beyrut'a" mı demek?

Halbuki, oldukça ünlü bir Holokost revizyonisti olan Greg Raven bile, büyük olasılık Yahudi toplumunun 1945 sonrası “soykırım” konusunda gösterdikleri benzer “aşırılık”ları yüzünden, rakam pazarlığı yaparken bile “soykırım” kelimesini kullanmak zorunda hissediyor kendisini:
"Öncelikle soykırımın olduğunu reddetmiyorum. Tekrarlayayım. Soykırımın olduğunu reddetmiyorum. Bu tartışmanın çerçevesi içinde, ‘soykırım’ teriminin oldukça genel bir tanımını kullanıyorum: ‘İkinci Dünya Savaşı sırasında 6,000,000 yahudinin Nazi devletinin merkezi bir hareketi ile, çoğu gaz odalarında olmak üzere imhası’. Bu tanıma ilişkin sorunu olan varsa, lütfen kendi versiyonunuzu ortaya koyun.

İkincisi, soykırım revizyonistlerinin ASLINDA söyledikleri: Avrupalı Yahudiler İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında büyük bir trajedi yaşadılar (suffered a great tragedy). Çoğuna kötü davranıldı ve korkunç şartlar altında öldüler. Ancak, (a) Nazilerin Yahudileri tamamen ortadan kaldırmak için bir plan ya da politikaları olduğuna dair bir kanıt yok, (b) Yahudileri öldürmek için cinayet amaçlı gaz odaları bulunduğuna dair bir kanıt yok, ve (c) Yahudi kurban sayısının altı milyon olduğu bir abartma.” [16]
Soykırım revizyonisti olduğunu açıkça dile getiren Raven bile Holokost için hem "büyük trajedi" hem de "Soykırım" derken; bir “uzmanlık konusu azınlıklar olan insan hakları savunucusu” olarak Hoca niye 1915 olaylarına "büyük felaket" diyor ve "Soykırım" demeyi reddedenleri inkarcı kabul etmiyor, hatta bu önermeyi aşırı buluyor? Hocanın soykırım tanımını bilmemesi mümkün mü?

Üstelik; bu “aşırılıklara” hocanın, “ben bile tepki duyuyorum” demesi de ne anlama geliyor? Çünkü bir soykırım yaşanmışsa, onun bir “soykırım” olduğunda ısrar etmek aşırılık falan değildir. Hem de, Yahudi soykırımı inkarcılarının bile “tamam canım soykırım oldu, ama azıcık oldu” dediği bir dünyada…

Soykırım, sürgün de dahil çeşitli yollarla gerçekleştirilen “etno-dinsel temizlik" de değildir. Maksatlılığı, amaçları ve mekanizmaları da belirgin bir imha hareketidir ve bu çerçevede SSÖCS’nin 2. maddesinde sıralan eylemlerin biri bile “soykırım” tanımı için yeterlidir.



1915 ve ona giden yıllarda olan biteni anlamak için Osman Köker editörlüğünde hazırlanan "Orlano Carlo Calumeno Koleksiyonundan Kartpostallarla 100 yıl önce Türkiye'de Ermeniler"adlı kitabı ilginç bir çalışmadır. Bu kitapta; Edirne vilayeti, Biga sancağı, Hüdavendigar (Bursa, Bilecik, Kütahya, Eskişehir, Uşak, Afyon, Balıkesir) vilayeti diye uzayıp giden liste, kartpostallarla neredeyse Anadolu'nun her tarafına Ermeni varlığını net olarak ortaya koyar. Konu, kesinlikle "Rus güdümündeki" doğu vilayetlerindeki Ermenilerle kısıtlı değildir yani.

Bir ülkenin her köşesinden sistematik olarak silinmiş bir ulustan bahsettiğimizi akademik olarak bilmek başka, bunu iliklerine kadar hissetmek başka demek ki...

Baskın Hoca devam ediyor:
“Daha önce de söyledim, Türkiye’de bu kelime sadece Yahudilerle ilgili sayıldığı için “Senin deden Naziydi” izlenimi uyandırıyor ve büyük tepki doğruyor.

Terimin Ermeniler nezdinde yaptığı psikolojik etki ise bambaşka. Israrla kullanmak için birçok sebep görüyorlar:
  • Üçüncü devletler nezdinde etki yapmayı kolaylaştırıyor,
  • 3 T’nin [Tanıma, Tazminat, Toprak] bir gün gelip gerçekleşeceği umudunu yaratıyor,
  • İnkârcılığın bu kadar katı olduğu bir ortamda Ermenilere muazzam psikolojik tatmin sağlıyor; bir tür intikam,
  • Bu terim Ermeni kimliğinin belkemiğini oluşturuyor. Bu acı, onların yerleştikleri Hıristiyan ülkelerde (Fransa, ABD, vb.) asimile olmalarını önlüyor. Kimliklerini canlı tutuyor. Buna sosyal psikolojide ‘chosen trauma’ denir. Seçilmiş Travma. Acı sayesinde birbirine tutunmak
Bu koşullar altında Soykırım kelimesi bir yandan Ermenilerin acılarını uyuşturuyor, bir yandan da Türkiye’deki inkârcılığı besliyor.” [15]
Bir dakika… Birincisi, “Soykırım falan olmadı, bütün bunlar yalan” veya “Soykırım değil, karşılıklı boğazlaşma” diyenler bile Hoca'dan daha tutarlı değiller mi? Çünkü Soykırım hamilelik gibidir; ya vardır, ya yoktur. Bu işin “azıcığı”nın olmadığı SSÖCS'nin 2. maddesindeki tanımla da, Uluslararası Adalet Divanı kararlarıyla da sabittir.

O zaman 1915'i kıyım olarak nitelendiren her bireyin, hocanın söylediklerini okuyup ve kendisine şu soruyu sorması gerekmez mi? “Nazilerle ne farkı var hakikaten? Naziler Almandı, daha iyi organize oldular, daha iyi taşıma ve iletişim sistemleri kurdular, daha çok insan öldürdüler. Bundan başka ne farklı?”



Eğer bir bilim adamı olarak soykırım tespitiniz varsa, “tepki uyandırmak” veya bu tespitin dile getirilmesinin tepkisel olarak inkarcılığı beslemesi, ne zamandan beri gerçeği ifade etmemeyi / saklamayı gerektiriyor? Bu düşünce tarzı bana sanki biraz toplum mühendisliği kokuyor gibi geliyor: “halka neyi, nasıl, ne kadar vereceğimizi biz biliriz, ağır ağır olsun, aman tepki doğmasın”.

Acaba Alman halkı Soykırım söylemine yeterince tepki vermeyi beceremediğinden mi, "Sho’ah" İngilizce ve Almancaya “soykırım” olarak çevriliyor? Ya da Alman hocalar “Soykırım kelimesi bir yandan Yahudilerin acılarını uyuşturuyor, bir yandan da Almanya’daki inkârcılığı besliyor.” demeyi mi akıl edemediler? Hocayı anlamakta hakikaten çok zorluk çekiyorum.

İkincisi, “Üçüncü devletler nezdinde etki yapmayı kolaylaştırıyor” veya “3 T’nin bir gün gelip gerçekleşeceği umudunu yaratıyor” da ne demek oluyor bütün bunların üzerine? Soykırımların bu denli günemde ve canlı tutulması, aslında politik bir oyun mu, veya diğer ülkeler üzerinde bir baskı / sempati aracı mı yani ?

Paralel düşünelim: Yahudiler, 2. Dünya Savaşı sonrası tazminat almak için mi, ya da İsrail devletini kurmak için mi "soykırım" demeye devam ettiler? Tam da revizyonist ve İslami fundamentalist söylem bu çünkü. Bütün soykırım müzeleri, anıtları, anma günleri, belgeselleri ve benzerleri üçüncü devletler nezdinde etki yapmayı kolaylaştıran politik birer Yahudi kumpası mıydı yani? Ahmedinejat bunları söylüyor, revizyonist toplantılara da bu tezle ev sahipliği yapıyor.

Not edelim, sadece, soykırıma uğramış olanın dili, uğratanın dilinden farklı değildir; olguyu içselleştirme biçimi de ikisi için başkadır. Ne de olsa, "en kolay katlanılan başkasının acısı"dır çünkü.

Emory Universitesi'nin ilgili web sitesinde "Holokost İnkarı nedir?" başlığı altında Türkçe olarak şu bilgi verilmektedir:
"Holokost inkarcıları, Holokost hakkındaki bu sağlam gerçekleri inkar etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında yaklaşık altı milyon Yahudinin aslında katledilmediği ve Almanların çok büyük miktarlarda para koparmak amacıyla hileyle Siyonist bir senaryonun kurbanı haline getirildiği iddia edilmektedir.

Batıdaki Holokost inkarcılarının amacı politiktir. Genel olarak Nazizme ve faşizme ve özellikle de Adolf Hitler’e itibarını iade etmek, Yahudi aleyhtarlığını ve zaman zaman da İsrail aleyhtarlığı düşüncesini öne çıkarmak istemektedirler. Arap ve Müslümanlık dünyasında ise Holokost inkarının, Holokost’un İsrail’in mevcudiyetine yönelik güçlü bir haklı neden olduğu algısını çürütmek amacından yola çıktığı görülmektedir." [17]
Para koparmak / tazminat, toprak talebini canlı tutmak; “3T”ler falan... Acaba bütün bunlar sadece benim kulağımda mı yan yana aksediyor?

Dahası, hocanın “bir tür intikam” ve “terim Ermeni kimliğinin belkemiğini oluşturuyor” cümlelerini bir arada düşündüğümde, revizyonist Germar Rudolf ile paralel söylemi beni şaşırtıyor. "The Controversy about the Extermination of the Jews: An Introduction" adlı kitabında Rudolf şöyle diyor:
“Günümüzde Alman-Yahudi ilşkilerine hakim olan 1933-1945 arası çekilen acıların hatıralarıdır. Bu yıllar, bir tarafta bitmek bilmez suçlamalar, diğer tarafta bitmek bilmez af dilemeler halinde tezahür eder bir biçimde Alman-Yahudi ilşkilerini geri dönülemez şekilde zehirlemiş gibi durmaktadır. Bu sırada bir kenarda kalan da ortak tarihimizde olumlu değere sahip olan ve gelecekte birlikte yaşamak için model olarak hizmet edebilecek olayların anımsanmasıdır.
Benim dileğim, bu iki halkın karşılıklı saygı çerçevesinde bir ortaklık oluşturarak biraraya gelmesi ve bu yolla dünyaya, Yahudiliğe ve Alman halkına olağanüstü yararlar sağlamış olan bir çağın geleneklerinin tekrar ayağa kaldırılmasıdır. Yine dileğim, sonunda tüm karşılıklı küçümseme ve hor görmenin, karşılıklı güvensizliğin ve korkunun aşınıp sonunda tamamen ortadan kalkacağı bir zamanın gelmesidir. dünyaya, Yahudiliğe ve Alman halkına büyük ihtimal hiç bir çağın getirmediği kadar felaket getiren bu çağın sona ermesini arzuluyorum.
Münih’teki Alman Silahlı Kuvvetleri Üniversitesinde tarih profesörü olan Michael Wolffsohn, özellikle Yahudi tarafının sürekli soykırımı anımsamayı, Yahudi dini ve Yahudi milliyetçiliğinin ardından çağdaş Yahudi kimliğinin üçüncü önemli ayağı olarak değerlendirdiğini fark etmiştir. Ancak bu davranış biçimi, her iki halkın barış içinde birarada yaşama imkanını azaltacak biçimde Yahudi tarafının Almanya’yı ve Alman halkını ebedi ‘düşman’ olarak görmesiyle sonuçlanabilir. O sebeple, Yahudilerin kendilerine bakışlarında soykırımın nasıl bir rol oynaması gerektiği konusunda bir tartışmaya ihtiyaç var gibidir, ki bu sayede iki halk da ileride ortaklığa dayalı bir ilişki geliştirebilsinler.” [11]
Yani "Seçilmiş Travma" olarak soykırımı anımsamak, anısını canlı tutmak Almanlarla Yahudilerin kardeş kardeş yaşamalarına engel soykırım revizyonistlerine göre… 1915'e de “felaketlerle dolu bir dönem” mi denmeli yani? “Önümüze” mi “bakalım”?

Ne diyor, Baskın hoca: "İnkârcılığın bu kadar katı olduğu bir ortamda Ermenilere muazzam psikolojik tatmin sağlıyor; bir tür intikam.” İyice kayboluyorum yazının içinde.

Hayır, soykırımın anımsanması kimseye tatmin matmin sağlamaz... Dayak atan kocanın yaklaşımıdır bu, “öf pardon dedik ya, uzatmayalım artık, bak zehir ediyorsun günü kendine” misali. Velev ki Avrupalı bir Yahudisiniz; cemaatinizdeki her ailenin soykırımda kaybettiği bireyler var… Dedelerinizden, nenelerinizden bu denli kişisel, bu kadar yüreklerini delen öyküler dinleyerek büyüyorsunuz… TV'de Sho’ah ile ilgili belgeselleri gözleriniz dolmadan, dudaklarınızı ısırmadan izleyemezsiniz; açılmış toplu mezarlar başında çırılçıplak vurulan kadınları, çocukları, yaşlıları gördükçe çaresizlik kaplar sadece içinizi. İçiniz acır. Ve herkesin acısı kendine biriciktir işte... Emin olun, "Reader" filmine bile bakışınız diğerlerinden farklıdır...

Kimsenin acısı falan da uyuşmaz öyle... Aynen Hrant Dink'in karısı ve çocuklarının acısının uyuşmayacağı gibi. Soykırım da pek çok insan için tam da o denli kişiseldir, ailelerinden birilerini anlamsız bir şekilde alıp götürmüştür çünkü...

Soykırıma uğramış bir toplumun üyesi değilseniz, buna steril olarak "chosen trauma" olarak bakabilirsiniz. Ancak, unutmamak tekrarlanmamayı da getirir. Temel amaç da budur zaten.

Bir daha altını çize çize söyleyeyim: Soykırımın anımsanması, bütün çıplaklığıyla bilinmesi, okullarda öğretilmesi bir zorunluluktur. Çünkü göreviniz, benzer bir "büyük felaket"in tekrarlanmasını önlemektir. Yahudiler "forgive, but never forget" (affet, ama asla unutma) derler. Bu "aman tazminat kapalım" işi falan değildir; her an olabilecek dehşetli bir olguya karşı toplumu duyarlı kılmak ve öyle tutmaktır. Bu, suçluluk duygusunun canlı tutulması demek de değildir (forgive); ama ne olduğunu, nasıl olduğunu, neler yaşandığını ve bu yaşananların bir daha yaşanmaması için neler yapılması gerektiğini anlamak ve anlatmaktır (never forget).

Ha tazminat konusuna gelince… Camı kırdıysanız, hem camın parasını, hem de ustanın mesaisini ödersiniz.

Baskın hoca, “Bakınız, belki şöyle söylersem anlatabilirim: Türkiye’de sivil toplum bu meselede gerçeği Ermeni diasporasının yayınlarından öğrendi. Mesela ben 45 yaşımdan sonra öğrendim.” diyor. O da, biz de, siz de Ermenilerin yaşadıklarını daha önceden bilseydik, babalarımızdan, öğretmenlerimizden duysaydık; çocuklarımıza öğretseyik, Kürt sorunu bambaşka noktalarda olmaz mıydı sizce?

Ya da Nagasaki ve Hiroşima'nın hatırlanması, yarattığı büyük kaybın ve acının tüm çıplaklığı le sonraki kuşaklara aktarılması nükleer silahların bir daha kullanılmamasında hiç etkili olmamış mıdır yani size göre?


Kaynakça
  1. Baskın ORAN. Özür kampanyası'ndan Fransa'da Ermeni günlerine. Radikal, 6.7.2009, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=943779&Date=6.7.2009&CategoryID=104
  2. Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide. Birleşmiş Milletler, 9.12.1948. http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/p_genoci.htm. Türkçe: “Soykırim Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme.” http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/sayi38/sozlesme.htm
  3. Prosecution and Punishment of Major War Criminals of European Axis. The Government of the USA, The Provisional Government of the French Republic, The Government of the United Kingdom, The Government of the USSR., 8.8.1945.http://www.ena.lu/london_agreement_august_1945-020302341.html
  4. Trial of the Major War Criminals before the International Military Tribunal. Secretariat of the Tribunal. 1947. http://www.loc.gov/rr/frd/Military_Law/pdf/NT_Vol-I.pdf
  5. Convention on the Non-Applicability of Statutory Limitations to War Crimes and Crimes Against Humanity. Birleşmiş Milletler, 26.11.1968. http://www.unhchr.ch/html/menu3/b/p_limit.htm
  6. The Applicability of the United Nations Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide to Events which occurred during the Early Twentieth Century. Legal Analysis. International Center for Transitional Justice, 4.2.2003. http://www.ictj.org/images/content/7/5/759.pdf
  7. Baskın ORAN. Özür Kampanyası ve Hrant'ın cenazesi kapıları araladı. Radikal, 6.7.2009, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=944101&Date=8.7.2009&CategoryID=104
  8. Anny BAKALIAN. Armenian Americans: From Being to Feeling Armenian. Transaction Publishers, p. 257. US. 31 Oct 1992. ISBN-13: 978-1560000259. http://books.google.com.tr/books?id=4e1aaXd0skQC&pg=PA257&lpg=PA257
  9. Dalia OFER. Linguistic Conceptualization of the Holocaust in Palestine and Israel, 1942-53. Journal of Contemporary History. Vol. 31, No. 3, 567-595 (1996). http://jch.sagepub.com/cgi/pdf_extract/31/3/567
  10. Holocaust. The Catholic Encyclopedia. http://www.newadvent.org/cathen/07396b.htm
  11. Germar RUDOLF. The Controversy about the Extermination of the Jews: An Introduction” in “Dissecting the Holocaust. The Growing Critique of 'Truth' and 'Memory'. Theses & Dissertation Press, 18 Jan 2000. ISBN-13: 978-0967985626. http://www.scribd.com/doc/4653040/Alt-Hist-Germar-Rudolf-The-Controversy-About-the-Extermination-of-the-Jews-an-Introduction
  12. Bruce HAGEN. Holocaust Revisionism in a Nutshell. http://www.zundelsite.org/basic_articles/nutshell.html
  13. Derya SAZAK. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu: 'Ermenilerin dönüşü için kanun çıkarıldı'.Milliyet, 21.3.2005,  http://www.milliyet.com.tr/2005/03/21/siyaset/asiy.html
  14. Judgment. Case concerning the Application of the Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide (Bosnia and Herzegovina V. Serbia and Montenegro). International Court of Justice. 26.2.2007. http://www.icj-cij.org/docket/files/91/13685.pdf
  15. Baskın ORAN. Ermeniler Türkiye sivil toplumuna güvenmeli. Radikal, 9.7.2009, http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=944230&Date=9.7.2009&CategoryID=104
  16. Are "Revisionists" Holocaust-deniers? The Nizkor Project. http://www.nizkor.org/features/revision-or-denial ve http://www.nizkor.org/ftp.cgi/people/r/raven.greg/1994/raven.0494
  17. Holokost İnkarı Yargılanıyor: Çarpıtmalarla Yüzleşirken Tarihe Başvurma. Emory University Üniversitesi Yahudi Araştırmaları Tam Enstitüsü. http://www.hdot.org/tr/denial#intro-denial

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder