22 Aralık 2009 Salı

Hakkımız olmayan tek şey unutmaktır…

“Sinagogda bomba patlamadan iki saniye önce elimdeki kitabımı düşürdüm. Eğilip onu alırken bombanın gürültüsünü duydum. Gürültüden çok beni şoke eden ortaya yayılan kokuydu. Küf kokusu gibi bir şey. Ölüm kokusu sanki. O acayip koku öylesine sardı ki beni, kıpırdamadan duruyordum… Sonra oğlumun bana seslendiğini duydum. “Nasılsın?” diye bana doğru gelen çocuğumun boynundan damarları sarkıyordu. Bir anda kendime geldim.”
—Türkiye Musevi Cemaati Hahambaşı Rav İsak Haleva [1]


15 Kasım 2003 sabahı saat 09:25’te Mesut Çabuk’un kullandığı kamyonetin arkasındaki tahrip gücü yüksek el yapımı bomba Osmanbey’deki Betyaakov (Beth Israel) Sinagogu önünde patlatıldı. Yaklaşık 2 dakika sonra, Gökhan Elaltuntaş’ın kullandığı ikinci bir kamyonet, Kuledibi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’nun önünde infilak etti. Bu iki saldırıda 24 kişi hayatını kaybetti, 400 kişi yaralandı. [2] Anadolu Ajansı’na telefon eden bir kişi, saldırıları İslamcı Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (IBDA-C) adına üstlendi, ancak daha sonra saldırganların El Kaide ile bağlantılı oldukları belirlendi. Patlamadan kısa bir süre sonra Kuledibine gelen Savaş Ay’ın yaptığı ve ATV’de yayınlanan röportajlarda, vatandaşlar “yoldan geçmekte olan ve Yahudilikle ilgisi olmayan masum insanlar öldüğü” için üzüldüklerini anlatıyorlardı. [3] Özellikle dükkanları hasara uğrayan Kuledibi esnafı, “Artık burada Yahudi yaşamıyor. 1986 baskınından sonra kaç kere söyledik sinagogu buradan taşımadılar. Sinagogu alsınlar başka yere nakletsinler” ve “Onlara bir şey olmaz. Olan garibana oluyor. Bak sinagogdan çıkanların hepsi takım elbiseli” diyordu. [4]


Oysa daha 21 Ağustos 2003’te dişhekimi Yasef Yahya, 9 Ekim 2003 günü de gıda toptancısı Mois Konur, sırf Yahudi oldukları için öldürülmüşler; Yahya’nın telefon fihristinde yer alan Yahudiler telefonla aranarak tehdit edilmişlerdi. [5] Ancak bu iki cinayet de, kamuoyunda yankı bulmamıştı. Antisemitizm olmadığı düşünülen Türkiye’de, başka teoriler servis ediliyordu. New York’taki 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra da yaygınlaştırılan “Bu İsrail’in işi, o gün hiçbir İkiz Kulelerde çalışan Yahudi işe gitmemiş” tarzı “her taşın altında Yahudi arama” hezeyanları nüksetmişti. Saldırılardan henüz 2 gün sonra, Hüsnü Mahalli’nin Yeni Şafak’ta dile getirdiği kuşkuları da bu yöndeydi:

“Kural olarak bu tür eylemlerde her zaman 'kimin eli kimin cebinde' belli olmaz . […] Son aylarda başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde İsrail ve Yahudi kurumlarına yönelik farklı saldırılar düzenleniyor. Tüm bunlar İsrail'in imajını sarsıyordu. İstanbul'daki eylem (buna benzer eylemler başka yerlerde de beklenmeli) İsrail'i bu imaj erozyonundan kurtarabilirdi. Üstelik bu erozyon Türkiye'de çok daha fazla yaşanıyordu. Bunun AK Parti hükümeti ile ilgisi yoktur. Bunun tek bir nedeni […] son üç yılda İsrail'in Filistin halkına karşı uyguladığı insanlık dışı terör politikalarıdır… […]
Son üç yıldır ve kurulduğu tarihten bu yana İsrail ilk kez dışardan göç alamaz oldu. İsrail medyasına bile yansıyan haberlere bakılırsa, özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden İsrail'e göç eden Yahudiler tekrar ülkelerine dönmeye başladılar. Dolayısıyla İstanbul eylemi, dünyadaki Yahudileri tekrar İsrail'e göç ettirmeye itebilir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, sırasında ve sonrasında gerçekleştirilen benzer saldırılarla Yahudiler İsrail'e göç etmeye teşvik edilmiş ya da zorlanmıştı.
İsrail bu eylemleri fırsat bilerek hemen Türkiye'ye çengel attı. İsrail Dışişleri Bakanı Silvam Şalom, apar topar İstanbul'a gelerek 'özgürlük ve demokrasi düşmanı radikal güçlere' karşı birlikte mücadele edilmesi gerektiğini tekrarlayıp durdu. İşte bütün olup bitenleri bu çerçevede değerlendirebilirsiniz.. İsrail ve Amerika, Türkiye'yi yeniden yanlarında görmek istiyorlar.. Peki bunun için İstanbul saldırılarını yapmış, yaptırmış veya dolaylı-dolaysız katkıda bulunmuş olabilirler mi!” [6]

Şakir Şahin de Milli Çözüm dergisinin Ocak 2004 sayısında aynı teoriyi tekrarlayarak, bu komplo teorisinin hiç ölmeyeceğinin işaretini veriyordu:
“Evet, acaba Filistin'deki vahşetlerini sürdürmesi ve Amerika'yı Irak işgaline teşvik etmesi yüzünden, dünyada giderek yalnızlaşan ve bir nefret dalgasında boğulmaya başlayan İsrail, İstanbul'daki sinagog saldırılarını tertipleyerek, mazlum ve mağdur rolü oynamaya ve bundan sonraki katliamlarına haklılık kazandırmaya çalışıyor olabilir miydi? Çünkü CIA ve MOSSAD’ın buna benzer olayları, geçmişte, aynı maksatla Yahudilere karşı yaptıkları zaten bilinmekteydi.” [7]

Nitekim 6 yıl sonra 11 Mayıs 2009’de, Zaman gazetesi de konuyla ilgili bir haberine “Sinagog bombalamasında şüphe: İsrail, saldırıları biliyor muydu?” başlığı atacaktı. [8] Bu teorinin en asap bozucu yönü şuydu: Nedense İsrail, “El Kaide” kisvesi altına düzenlediği eylemlerde, Amerika’daki Yahudileri saldırıyı önceden haber vererek kurtarıyor, ama Sinagoglara saldırı olacağını bildiği halde Türkiye’dekileri Yahudileri kurtarmıyordu!

Son 20 yıl içinde Neve Şalom Sinagogu’na yapılan üçüncü saldırıydı bu. 6 Eylül 1986 sabahı saat 09:17’de Abu Nidal örgütüne bağlı militanların otomatik tüfeklerle tarayıp bombaladıkları sinagogda, ibadet etmekte olan 22 Yahudi ile 2 militan ölmüş, saldırıdan sadece Gabriel Şaul sağ kurtulabilmişti. [9] Şeyh Abbas el Musaf'ın 16 Şubat 1992'de MOSSAD tarafından öldürülmesine misilleme olarak Türk Hizbullahı lideri Hüseyin Velioğlu’nun planladığı ve 1 Mart 1992 günü 2 militanca sinagoga gerçekleştirilen bombalı saldırı ise, önceden alınan önlemler sayesinde can kaybı olmadan atlatılmış, saldırganlar yakalanmıştı. [10]

18 Kasım 2003’te Doç. Dr. Nuray Mert’in İstanbul'da yaşanan Sinagog saldırıları nedeniyle “ulusal yas” ilan edilmesini teklifi, sağır kulaklara düştü. [11] İki gün sonra, sabah 10:55’te Levent’teki HSBC ve 11:05’te Beyoğlu’ndaki Birleşik Krallık İstanbul Başkonsolosluğu’na benzeri bombalı saldırılar oldu. Levent’teki saldırıda 11 kişi hayatını kaybetti, Beyoğlu’nda da Birleşik Krallık Başkonsolosu Roger Short’un da aralarında bulunduğu 16 kişi yaşamını yitirdi. İki saldırıda toplam 450 kişi yaralandı. [12] HSBC saldırısının intihar eylemcilerinden İlyas Kuncak’ın oğlu Nurullah Kuncak, Milliyet gazetesinde 5 Aralık 2003’de yayınlanan söyleşide anlattıkları da Türkiye’de pek kimsenin umurunda olmadı:
“[Sinagog saldırıları sebebiyle] Evde büyük bir tepki olmadı. Çünkü Yahudilere yapılmıştı… Zaten Kuran-ı Kerim’de “Yahudiler’i dost edinmeyin” [13] diyor. [Yahudileri] Pek sevmezdik. Pek değil, hiç sevmezdik. Babam da aynı fikirdeydi. Filistin’in durumunu anlatsak kimse sevmez. [Saldırılar sebebiyle] Sevinç demeyelim, ama memnuniyet oldu. Ama sevincimizden daha çok üzüldük. Çünkü ölen Müslümanlar da vardı. Üzüntümüz sevincimizden daha fazla oldu. Müslümanlar ölmeseydi, ben sevinirdim.” [14]

İşte belki de tam bu sebeple, “güvercin tedirginliğindeki” ruh hali içinde fazlaca göz önünde olmayı sevmeyen Türkiye Yahudi Cemaati, Türkiye kamuoyuna karşı yine gardını aldı ve Sinagog saldırılarının antisemit yanını suskunlukla geçirip, saldırıları “herkese yönelik bir terör olayı” olarak dillendirmeyi ve bu durumda bile “500 yıldır kendilerine ev sahipliği” yapanlara minnettarlığını ifade etmeyi yeğledi.
Saldırıda ölen 6 Yahudi’nin cenaze töreninde, Türkiye Musevi Cemaati Hahambaşı Rav İsak HalevaGünümüzde saldırılar artık sadece Yahudileri hedef almıyor. Tüm inançlardan insanlar da bu anlamsız ve insanlık dışı saldırılarda yaşamlarını kaybetmekte ve zarara uğramaktadır.” [15] diyecek; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Kasım 2003’te Hahambaşılık’ta kendisine yaptığı ziyaret sonrasında da, bu saldırılardan duydukları rahatsızlığı dile getiren AB kurumlarına ve Sivil Toplum Örgütlerine, “bu işin antisemit yönünü daha fazla kurcalamayın” çağrısı yapacaktı: “Saldırıda en çok Müslümanlar öldü, bizi koruyanlar, komşularımız öldü. Terörün, dini, milliyeti olmaz. Avrupa bunun farkında değil. Onlarda olunca bağırıyorlar ama biz bunu burada yaşıyoruz.” [16] Erdoğan da, Haleva’yı ziyareti sonrası yaptığı basın açıklamasında “[Yahudi Cemaatinin] Talepleri olmadı. Emniyet güçlerinin çalışmalarından şu ana kadar gösterdikleri performanstan duydukları memnuniyeti dile getirdiler.” [16] diyecekti.

15-20 Kasım eylemleri, ülke tarihinin en büyük bombalı saldırıları olmasına rağmen; ne olayların ertesinde, ellerinde pankartlarla sokaklara dökülen, “hepimiz Yahudi’yiz” diye bağıran kimse olmadı. Sorbonne Ecole Pratique des Hautes Etudes bünyesindeki Centre Alberto Benveniste pour les Etudes et la Culture Sépharades’da araştırma görevlisi olan Rıfat N. Bali, sinagog saldırılarından 8 gün sonra, Radikal gazetesindeki yazısında; görmek, duymak ve hatırlamak konusunda ülkenin tüm kesimlerinin “sıkıntı çektiği” bazı gerçekleri yazdı yazmasına da, onun bahsettiklerini de görmek, duymak ve hatırlamak konusunda pek talipli çıkmadı:
“Taha Akyol’un sinagog baskınlarından iki gün sonraki köşe yazısında dile getirdiği “Türkiye’de hiçbir zaman ırkî ve dinî anlamda bir antisemitizm olmamıştır” kanaatini herkes paylaşıyordu. Bir an için belleğimizin dumura uğradığını ve Tek Parti döneminde gayrimüslim yurttaşlara uygulanan içler acısı ayrımcı baskı ve politikaları unuttuğumuzu farz edelim. Peki ya DP’nin iktidara geldiği 1950 yılından günümüze kadar hiç azalmadığı gibi tam aksine artan, […] antisemitizm nedir? […] Holokost’la sonuçlanan antisemitizmin temel başvuru eseri “Siyon Önderlerinin Protokolleri”nin Türkçe çevirisinin 1934 ila 2000 yılları arasında 93, “Kavgam”ın çevirisinin 1940 ila 2000 yılları arasında 30 kez yayınlanması […] Avrupa ve Amerika’da neo-Naziler ile aşırı sağ örgüt ve yazarların Holokost’u inkâr eden yayınların ülkemizde de 1991 ila 2000 yılları arasında 22 kez yayınlanması, köktendinci bir gazetenin Holokost’u “yalan” olarak tanımlayan bir risaleyi okurlarına “armağan” olarak dağıtması neye alamettir? Günümüzde her gün “MOSSAD’ın 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirdiği”nden, “Sabetaycıların, yani gizli Yahudilerin Siyonistlerle birlikte Türkiye’ye egemen oldukları”na kadar uzanan envai çeşit ırkçı komplo teorilerini dile getiren, 15 Kasım günü yaşananların bile MOSSAD ve İsrail tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürebilen, “bizler antisemit değil antisiyonistiz” sloganının arkasına sığınarak Yahudilere karşı kin ve nefret dolu söylemlerini gündelik hayatlarının ve kullandıkları lisanın bir parçası haline getirenler nedir?

Bütün bu gerçeklere göz yuman, görmezlikten gelen, antisemit yayın ve söylemlere karşı "basın hürriyeti" kavramının ardına sığınıp Türk Ceza Kanunu'ndaki müeyyideleri uygulamayan, antisemit kalemşörleri muhatap kabul edip onları meşrulaştıran ve “aydın” mertebesine yükselten, eylemlerin antisemit vasfını vurgulamaktan çekinen ve sadece “terör” vasfı üzerinde durmayı tercih eden bir siyasi iktidar, bir toplum, aynı toplumun siyasal, entelektüel, kültürel ve medya elitleri 15 Kasım günü cereyan eden dehşetin sorumlusudur. DP'nin iktidara geldiği 1950'den bu yana Yahudilere karşı sürdürülen kin ve nefret söylemine karşı sessiz ve seyirci kalmayı tercih ederek, onlara gerçek birer Türk yurttaşı olduklarını hissettirecek hiçbir adım atmayan gelmiş geçmiş hükümetler bugün karşı karşıya kaldığımız manzaradan sorumludur. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana hiç bıkmadan, usanmadan Yahudilere karşı kin ve nefret söylemini sürdüren, gelecek nesilleri de zehirlemeye devam eden, geçmişin "mukaddesatçı" günümüzün "İslamcı" medyası, kalemşörleri ve "kanaat önderleri" de bu durumdan sorumludur.” [17]

15-20 Kasım eylemlerinin yıldönümlerinde de, ellerinde pankartlarla sokaklara dökülen, “hepimiz Yahudi’yiz” diye bağıran yoktu. Ruşen Çakır, saldırıların 3. yıldönümünde, Vatan gazetesinde kaleme aldığı yazısında bu durumu şöyle saptıyordu:
“Dün sinagog saldırılarının üçüncü yıldönümüydü. Internet’ten Vatan, Hürriyet, Sabah, Milliyet, Yeni Şafak, Zaman, Radikal, Akşam gazetelerini taradım. Suriye asıllı Luai Sakka’nın “star” olduğu mahkemeyle ilgili kısa haberleri saymazsak hiçbir şey göremedim. Tıpkı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, konuyu ele alan tek bir köşe yazarına rastlamadım.

Unutmak için elimizden geleni yaptık, yapıyoruz. […] Ekşi Sözlük’te, 15-20 Kasım saldırılarından iki ay sonra “atrin” adını kullanan kişi şöyle yazmıştı: “Türk halkının bir olayı ne kadar çabuk unuttuğunu, yapılan ya da yapılacak şeyleri ne kadar umursamadığını gösteren, üzerinden geçen birkaç ay içerisinde tamamen unutulmuş, yitip gitmiş ve zihinlerde bir anı ve mazilerde bir hatıra olarak bile tutunamamış olay. İşin acı olan tarafı, hemen örtbas değil, halkımızın bu olay karşısında duyduğu kini, nefreti ve acıyı bu kadar çabuk bastırabilmiş olmasıdır.”[18]

Aslında, 15 Kasım 2003’teki kanlı Sinagog saldırılarıyla Türk toplumu, içselleştirdiği ve yadsıdığı antisemitizm ile yüzleşme fırsatını ele geçirmişti. Ancak ne siyasi iktidar, ne medya, ne aydınlar, ne de Türkiye Yahudi Cemaati bu fırsatı kullanmadı. Çünkü “insan haklarına savunucusu” çevrelerde, “azınlık hakları”ndan bahsedildiğinde, sadece Ermeniler ve Rumlar kastediliyordu; bir azınlık olarak Yahudiler 2009 yılına kadar, birkaç önemli istisna dışında, yazar-çizer aydın çevreler tarafından bir “dokunulmaz kast” olarak algılandı ve —tıpkı eşcinsel ve transseksüellere uygulanan ayrımcılık, kötü muamele ve aşağılamalar görmezden gelindiği gibi— antisemitizm yok sayıldı. Kemalistler de, liberaller de, solcular da, İslamcı elitler de insan hak ve özgürlüklerine saygılı demokratlar oldukları iddiasındaydılar; ancak Yahudiler veya eşcinseller söz konusu olduğunda, bu çevrelerin büyük çoğunluğu aynı suskunluğu sergilemekteydiler.

Rumların ve Ermenilerin tersine, Yahudiler Anadolu’nun “öz evlatları” değildiler; bu topraklarda hiç hüküm sürmemişlerdi. Gerçi Smyrna, Miletos, Sardis ve Antiocheia gibi kentlerdeki antik Sinagoglara ve tarihçi Iosephus’un naklettiği belgelere (Antiquities XIV, 247-55) göre Yahudiler Babil Sürgünü (MÖ 586-538) ile MÖ 2. Yüzyıl arası dönemde yaygın olarak Anadolu’ya yerleşmişlerdi, [19] ama cemaatin büyük çoğunluğu 1492’de İspanya ve 1496’da Portekiz’den sınırdışı edilmelerinden sonra Anadolu’ya gelmişlerdi. Yahudiler, 1856 yılına kadar da, Osmanlı tebaası içinde statüsü en düşük olan azınlıktılar:
“Islahat Fermanı, Müslümanlar ile gayrimüslimler arasındaki bütün eşitsizlikleri ortadan kaldırırken, gayrimüslimler arasındaki hiyerarşiyi de iptal etmişti. gayrimüslimler kendi aralarında eşit değildi. Gayrimüslimlerin en altında da Yahudiler yer alıyordu. Ahmet Cevdet Paşa, Islahat Fermanı karşısında Rumların “Devlet bizi Yahudilerle bir etti. Biz İslâm'ın tefevvukuna (üstün olmasına) razı idik.” diye itiraz ettiklerini nakleder.” [20]

Büyük olasılıkla bütün bu sebeplerle Türkiye Yahudileri, Rumlar ve Ermenilerden farklı olarak, “örnek tebaa / örnek vatandaş” olma çabası içinde ısrarlı bir biçimde İmparatorluk ve Cumhuriyet bürokrasisi ile iyi ilişkiler kurmaya çaba göstermişler, maruz bırakıldıkları ayrımcılık ve haksızlıklar konusunda genellikle sessiz kalmışlar, dahası ABD Kongresi’nde görüşülen Ermeni Soykırımı yasa tasarıları da dahil, pek çok konuda devlet çizgisinde uluslararası lobi faaliyetlerinde bulunmuşlardı.

Özellikle Cumhuriyet döneminde Yahudilerin devlet çizgisine yakınlık çabaları, Kemalist rejim tarafından sürekli ezilen, ancak 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren medyada ciddi bir ağırlık kazanan sol, İslamcı ve liberal demokratların gözünde Yahudileri, “ezilen” değil, “iktidarın gizli sahibi olan ezen” konumuna doğru taşıdı. [21] Toplumda zaten oldukça yaygın olan ve çoktandır sıradanlaşmış bulunan Yahudilere karşı önyargılar ve antisemit söylemler, “Yahudi = İsrail” denklemi çerçevesinde İsrail saldırılarının ardına sığınılarak devam ettirildi. Ekonomiye, basına, kültüre hakim olarak perde arkasından dünyayı Yahudilerin ve onların uzantıları olan Masonların, Türkiye’yi de ABD’ye hükmeden kapitalist Siyonistler ve onların yerli uzantıları olan Mason ve Dönmelerin yönettikleri ve sömürdükleri inancının toplumun her kesimi tarafından gizli/açık ama yaygın olarak paylaşılması, belki de Türkiyeli Yahudilere karşı yapılan saldırılara tepkisizliğin temel sebebiydi.

İşte tam da bu nedenlerle, bütün vatandaş olma çabalarına rağmen "1492'den beri arada bir itilip kakılsa da varlığına tahammül edilen misafir" konumunun değişmeyeceğini bilen; kendisini sürekli kuşatma altında hisseden küçük azınlık toplumunun korunma ve sığınma refleksiyle davranmaktaydı. Bali, Sinagog saldırılarının ardından cemaatin ruh halini şöyle anlatıyordu:

"Türk Yahudi Cemaati sözcülerinin [...] âdeta sürekli çiğnenmekten tadını kaybederek yavan bir sakız haline dönüşmüş "bizler 500 yıldır buradayız, bir yere gitmiyoruz, Türk'üz. [...] Antisemitizm mevcut değildir." sözlerini devamlı tekrarlamaları ise [...] kendisini hep kuşatma altında hisseden, savunmaya çekilmiş, siyasal ve kamusal alandan dışlandığı için tam anlamıyla yerlileşememiş küçük bir azınlık toplumuna egemen olan biçarelik ve korku duygusunun en veciz şekilde ifadesiydi." [4]

Bu yazı dizisinin diğer makaleleri:

Allah Aşkına, Nedir Bu Antisemitizm, Bilen Var mı? 25 Aralık 2009 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/allah-askna-nedir-bu-antisemitizm-bilen.html

Büyüklere Masallar: Türkiye’de Antisemitizm Yoktur 01 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/buyuklere-masallar-turkiyede.html

Kırılma Noktası 1: Sol Liberal-İslami İttifak 08 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/krlma-noktas-1-sol-liberal-islami.html

"Salkım Hanım'ın Taneleri" mi, "Yahudi'nin Adı Yok" mu? 18 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/salkm-hanmn-taneleri-mi-yahudinin-ad.html

Bilimin Yüzümüze Tuttuğu Ayna 25 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/bilimin-yuzumuze-tuttugu-ayna.html

Antisemitizm korkusu, İsrail’in eleştirilmesine engel mi? 29 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/antisemitizm-korkusu-israilin.html

Kırılma Noktası 2: Dökme Kurşun Harekatı 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/krlma-noktas-2-dokme-kursun-harekat.html

Mazluma da Zalime de (Şahide de) Kimlik Sormamak 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/mazluma-da-zalime-de-sahide-de-kimlik.html


Kaynakça
  1. Pamir, Balçiçek. Ahıra Bağlasan Eşeğe Ayıp Olur. Sabah. 3 Nisan 2006. http://arsiv.sabah.com.tr/2006/04/03/pamir.html
  2. Atilla, Toygun. 60 saatte çözüldü. Hürriyet. 18 Kasım 2003 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?viewid=336927
  3. Maraşlı, Recep. Sinagog Katliamları vesilesiyle Türkiye’de anti-semitizm; Trakya pogromu, Struma faciasi ve Sebataycılık tartışmaları. Gelawej. 18 Kasım 2003. http://www.gelawej.net/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=349
  4. Bali, Rıfat N. “Anne, baba susmayın, peri masallarını anlatmaya devam edin…” Birikim. Sayı: 177, Ocak 2004 http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/anne_baba_susmayin.pdf
  5. Katliamlar göstere göstere geldi!.. Milliyet. 16 Mart 2004 http://www.milliyet.com.tr/2004/03/16/guncel/agun.html
  6. Mahalli, Hüsnü. Kim ve neden yaptı!! Yeni Şafak. 17 Kasım 2003. http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/KASIM/17/hmahalli.html
  7. Şahin, Şakir. Sinagog Saldırısının Düşündürdükleri. Millî Çözüm. Ocak 2004. http://www.millicozum.com/mc/OCAK-2004/sinagog-saldirisinin-dusundurdukleri.html
  8. Kaya, Bayram. Sinagog bombalamasında şüphe: İsrail, saldırıları biliyor muydu? Zaman. 11 Mayıs 2009. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=846832
  9. Kıvanç, Taha [Koru, Fehmi]. Kodadı "Abu Nidal" Yeni Şafak. 4 Aralık 2003 http://www.tumgazeteler.com/?a=196455
  10. 17 yıl sonra aynı gün, aynı saatte. Radikal. 16 Kasım 2003. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95647
  11. Mert, Nuray. Cumartesi faciası. Radikal. 18 Kasım 2003. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95810
  12. İki Bombalı Saldırıda 27 Ölü, 450 Yaralı. BİA Haber Merkezi. 20 Kasım 2003. http://www.bianet.org/bianet/bianet/26652-iki-bombali-saldirida-27-olu-450-yarali
  13. 51. Ayet: “Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” Kuran-ı Kerim: Maide Suresi. Diyanet Meali. http://www.kuran.gen.tr/?x=s_main&y=s_middle&kid=1&sid=5
  14. Koralp, Elif. "Terörist de olsa babamız." Milliyet. 5 Aralık 2003 http://www.milliyet.com.tr/2003/12/05/guncel/agun.html
  15. Terör Kurbanı Museviler Toprağa Verildi. Radikal. 18 Kasım 2003. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95920
  16. Hahambaşına tarihi ziyaret. Sabah. 17 Kasım 2003. http://arsiv.sabah.com.tr/2003/11/17/p01.html
  17. Bali, Rıfat N. Antisemitizmi hoşgör(me)mek. Radikal. 23 Kasım 2003 http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=2766
  18. Çakır, Ruşen. Üç yılda hiçbir şey eskisinden farklı olmadı. Vatan. 16 Kasım 2006. http://haber.gazetevatan.com/haberdetay.asp?Newsid=93323&Categoryid=4&wid=73
  19. Sanat Tarihçisi İnci Türkoğlu'nun “Anadolu'da Museviler” üzerine bir çalışması. TÜREB websitesi. 18 Eylül 2003. http://www.tureb.net/makaleler_detay.asp?id=112
  20. Türköne, Mümtaz'er. Antisemitizm ve iğneli fıçılar. Zaman. 3 Şubat 2009. http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=811066&title=antisemitizm-ve-igneli-ficilar
  21. Çetinoğlu, Sait et al. Resmi Tarih Tartışmaları 8: Türkiye'de Azınlıklar. İstanbul: Özgür Üniversite Kitaplığı. 390 sayfa, Ekim 2009. ISBN: 9789758449637.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder