29 Ocak 2010 Cuma

Antisemitizm korkusu, İsrail’in eleştirilmesine engel mi?

“Medyada bir kesimdeki yazılardan tedirgin olduğumuzu belirtmek isterim. Özellikle Yahudi aleyhtarı yazılar, hakaret içerebiliyor. Mesela “Lanetli Yahudi”, “Kanlı Yahudi” gibi… […] İsrail’in devlet politikası eleştirildiği zaman ayrıdır, dünyanın her ülkesi eleştirilebilir, fakat burada çok ince bir çizgi var. Türkiye’de 20,000 Yahudi yaşıyor ve hepsi farklı düşünüyor. İsrail hakkındaki görüşler de kişiden kişiye değişir.”

Deniz Baler Saporta, 2 Ağustos 2006 [1]

Sol kesimin saygın isimlerinden Ümit Kıvanç, Sinagog saldırılarından sadece 11 ay sonra, Birikim dergisinde “artık tehlike olmaktan çıkan antisemitizm” sözleriyle, Türkiye’de Yahudi düşmanlığının ortadan kalktığını müjdelediği makalesinde,
“Yahudi düşmanı ilan edilmeden İsrail ile mücadele edilemez mi? Zira bu tartışma yoğun bir Yahudi düşmanlığının hüküm sürdüğü Müslüman ve Nazi kalıntısı çevrelerde değil. Antisemitiklikle alakası olmayan demokrat, solcu insanlar arasında yapılıyor. Antisemit olmayı ya da ilan edilmeyi sorun sayan bu insanlar […] İsrail'in uygulamaları karşısında dehşete düşüyorlar ve itiraza eleştiriye yeltendikleri anda karşılarına dikilen, “Antisemitizm alanı. Girilmez.” levhalarından muzdaripler.”
diyerek antisemitizmin İsrail eleştirilerinin önünü almak için kullanılan bir mazeret olduğunu iddia ediyordu. [2] Muhafazakar kesimin yazarları da, antisemitizm konusunda Ümit Kıvanç ile hemfikirdiler. Yeni Asya gazetesinden Davut Şahin
“Ne İslam tarihinde, ne de Türkiye’de “antisemitizm” yoktur. Osmanlı, İspanya(dan kovulan Yahudilere kucak açmadı mı? Üniversitelerimizde bu gün Yahudi bilim adamları yok mu? […] Medya Türkiye’de Yahudi düşmanlığı olduğunu söylerken, İslam karşıtı tavrın bir parçası olarak ifade ediyor bunu. […] Türkiye Müslüman bir ülke ve bu insanların inançları “antisemitizm”e izin vermez. Çünkü bu mukaddes din, ırktan, kavimden yola çıkarak bir övgüyü yahut yergiyi kabul etmez, etmiyor da. […] Peki, “antisemitizm” tartışmaları en çok kimin işine yarıyor? Bu soruya cevap vermek yerine Yahudilerin, son asır içinde kendilerine yönelik antisemitizm dalgasını nasıl sömürdüğünü, nasıl politik ve iktisadi mevkiiler kazandığına bakmak lazım.” [3]
diyerek olmayan bir antisemitizmin İslam karşıtlığı için mazeret yapıldığını iddia ederken, milliyetçi yazar Ömer Lütfi Mete de (Yahudi Düşmanlığı = İsrail Düşmanlığı) formülünü kullanarak Şahin’e katılıyordu:
“Siyonizm’in önünü her zaman her şekilde bu söylemle açarlar: antisemitizm. Türkiye’de antisemitizm olduğuna inanmıyorum. Radikal kesimlerde bir tür Yahudi düşmanlığı olduğu söylenebilir. Ama bu da aslında Siyonizm karşıtlığıdır.” [1]
Irkçı veya ayrımcı olmadıkları sürece demokratik düşünce özgürlüğünün nüvesini oluşturan eleştiriler ve analizler, toplumun bir kısmını, hatta genelini rahatsız edebilir veya kızdırabilir; ancak demokrasi tam da bunlara hoşgörü göstermek zorunluluğudur. Muhaliflerini susturmaya çalışmak Türkiye’de her kesimde oldukça yaygın bir hastalıktır. Ancak ne Kürtlerin maruz kaldıkları insanlık suçlarını ne de vesayet rejimini eleştirmek insanı vatan haini yapar. Keza, Ergenekon davasındaki hukuk ve insan hakları ihlallerini eleştirmek —bazı yazar ve siyasetçilerin bu eleştiri sahiplerini “darbe sevdalıları” yaftasıyla susturmaya çabalamalarına rağmen— eleştirenleri darbe yanlısı yapmazsa; İsrail politikalarını eleştirmek de —bazı yazar ve siyasetçilerin İsrail’e karşı her görüşü “Yahudi düşmanlığı” olarak yaftalamaya çabalarına rağmen— eleştiri sahiplerini antisemit yapmaz. Konumuz olmadığı için, Ergenekon davası özelinde bu “susturma” çabalarıyla ilgilenenlere Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’ın Star gazetesindeki “Ergenekon ve Medya: Biraz Dikkat” başlıklı yazısını önermekle yetineceğim. [4] Ancak bu sebeple, ne Müslümanlar Salman Rüşdi’yi veya Sir Vidiadhar Surajprasad Naipaul’u, ne Yahudiler Prof. Dr. Noam Chomsky’yi veya Roni Margulies’i, ne de Türkler Prof. Dr. Taner Akçam’ı veya Orhan Pamuk’u —beğenmedikleri görüşleri sebebiyle— susturma hakkına sahiptirler.


İsrail politikaları karşıtlarını antisemit olarak niteleyerek susturmaya çalışanlar konusunda ise, dünya çapında bir dilbilim uzmanı ve siyasi yorumcu olan Prof. Dr. Noam Chomsky’nin sözlerine kulak verelim:
“Antisemitizm suçlamalarına başvurulması, İsrail’e yönelik eleştirileri susturmak için çok sık kullanılan ve çoğunlukla da etkili bir yöntemdir. İşçi Partili saygın İsrailli diplomat Abba Eban bile “Yahudi olmayan dünya ile diyaloglarımızda ana görevlerden biri anti-Siyonizm ile antisemitizm arasında hiçbir ayrım olmadığını göstermektir” diye yazabilmektedir. Abba Eban […] Siyonizmin (Siyonizm derken İsrail Devleti’nin politikalarını kastediyorum) iki tür eleştirisi olduğunu söyledi. Biri antisemitlerin yaptıkları eleştiri, diğeri ise kendinden nefret eden sinir hastası Yahudilerin eleştirisi. Böylece olası eleştirilerin %100’ünü bertaraf edilmiş oluyor..” [5]
Güney Afrika’nın önemli insan hakları liderlerinden Başepiskopos Desmond Tutu da, bu durumdan şikayetçidir:
“İsrail hükümeti bir dokunulmazlık kaidesi üzerine yerleştirilmiştir ve onu eleştirmek derhal antisemitizm olarak yaftalanmaktadır.” [6]
İsrail Devleti ve politikalarına yönelik eleştirileri “antisemit” olarak damgalayarak, bunların susturmaya çalışan bir akım kuşkusuz mevcut; ancak 2000’li yıllarda giderek şiddetlenen biçimde İsrail’e yönelik eleştirilerinin bütün dünyada antisemit bir söyleme dönüştüğünü de görmezlikten gelmek hata olur. Ayşe Hür, 18 Ekim 2005’te Birikim dergisinde yayınlanan yazısına bu tehlikeli gidişe dikkat çekiyordu:
“2002 yılında İngiliz gazetesi Independent İsrail Başbakanı Ariel Şaron’u Filistinli bir bebeğin kafasını yerken gösteren bir karikatür yayınlamıştı. (Karikatürün aynı yıl en büyük karikatür ödülünü alması da cabası oldu.) Yahudilerin “Hamursuz” Bayramında Hıristiyan çocukları öldürerek kanlarını mayasız ekmeklerine (matzah) kattıkları, kuyuları zehirledikleri ve salgın hastalıklar yaydıkları biçimindeki eski korkunç söylenceyi ima eden bu karikatür, çizerine bakılırsa, güya Goya’nın bir resminden ilham almıştı, ancak sıradan okuyucunun bu inceliği fark etmeyeceğini editörler herhalde biliyorlardı. Aynı şekilde liberal İtalyan gazetesi La Stampa’nın bir İsrail tankının üstündeki sepete konmuş bebek İsa’ya “lütfen beni tekrar öldüreceklerini söylemeyin” dedirtmesi de basit anti-İsrailciliğe pek benzemiyordu.[…] Suriye Savunma Bakanı Mustafa Tlas’ın yazdığı kitapta “Yahudiler kanınızı Siyonist ekmeklerine koymak için sizi öldürebilirler” demesi de bu açıdan pek masum gözükmüyor.” [7]
Türkiye’de cumhuriyet öncesinden bu yana varolan antisemit söylem de, 2000’li yıllarda şiddetlenerek küfre dönüştü. Kamil Yeşil’in 5 Ocak 2009’da Millî Gazete’de yayınlanan “Ey Yahudi” başlıklı yazısı bunlara oldukça iyi bir örnektir:
“Sen, meleklerin: “Ya Rabbi, yeryüzünde kan dökecek, fesat çıkaracak birini mi yaratacaksın” diyerek Âdem’in yaratılışına itirazlarının sebebisin!Ey kardeşini öldüren Kabil’in soyu! Dünya kuruldu kurulalı atan Kabil’in izinden ayrılmadın hiç. Ey kendilerine gönderilen peygamberlerin katilleri! Ey Nemrut’un soyu, Ey Firavun ahfadı, Hazinesine tapan Karun’un torunları ey, Ey Bel’am’ın çocukları, Ey İsa’yı çarmıha geren hainler, Bastığı yeri kurutanlar hey, Ey ölüseviciler, Kelimenin bütün anlamıyla sapıklar ve sapkınlar, Tanrı’yı kıyamete zorlayanlar ey, Filistinli Müslümanların cenininden korkan hödükler, Ey bir türlü ölemeyen Şaron’un kavmi, Gücün köleleri ey, Silahların, bombaların kulları. Siz Tevrat’ı bozanlar, Siz Tanrı’nın ardından konuşanlar ey, Siz perçemlerini sallaya sallaya Tanrı’ya iftira edenler, ölümden korkmuyoruz...

[…] Yahudi medeniyeti sapkın, ölümcül, lanetli bir medeniyettir. Bunu artık görün! Ey dinler arası diyalogcular; Yahudilik din değildir, sapkınlığın, sapmışların yoludur. Bunu artık bilin! […] Ey Ermeni soykırımından bahseden Amerika, ey Avrupa, ey aydınlar! Soykırımı mı arıyorsunuz? İşte Gazze, işte Filistinli soykırımı!

Ey Meryem’e iftira eden bozguncular, Ey sebt ehli, Tanrı’ya karşı hile yapan, yaptığı hilenin cezasını aşağılık maymunlar olarak gören hainler hey, Ey Benikaynuka, Ey Beninadir soyu, Ey Hayber’den sürüp çıkarılmış çapulcu sürüsü, sizin soykırıma karşı çıkışınızın tek sebebi var: Soykırımı başkasına bırakmamak ve kendisine ayırmak. Doğrudur. En iyi soykırımını siz yaparsınız. […] Bütün dünya dillerinde, bütün mahlûkatın diliyle lanet olsun size. Bir Müslüman olarak Rabbime diyeceğim söz şudur: Ey Rabbim! En iyi amelim senin düşmanlarına, peygamberlerini öldürenlere, Müslümanları düşman belleyen Yahudilere duyduğum öfkemdir. Yahudileri sana havale ediyorum Rabbim!” [8]
İsrail Savunma Kuvvetlerinin (IDF) Gazze saldırısıyla, tüm İslam ülkeleriyle birlikte, Türkiye’deki antisemit söylem de “tavan yaptı” ve bu antisemit söylemi eleştirmek de giderek daha zorlaştı. İsrail saldırılarını adaletsiz ve insafsız bulup da antisemit söylemden de rahatsız olanlar bile “aslında Yahudi veya Dönme” olmakla suçlanarak susturulmaya çalışıldı. Doç. Dr. Nuray Mert, daha 3 Ağustos 2006 tarihinde, giderek yerleşen antisemit söylemden duyduğu rahatsızlığı ve bunları dile getirdiğinden dolayı başına gelenleri Radikal gazetesindeki köşesinde şöyle anlatıyordu:
“Filistin'in, Lübnan'ın ve hatta tüm dünyanın içinde bulunduğu durum insanı isyan ettiriyor, ama isyanın da ahlakı, edebi olmalı, yoksa neye isyan ediyoruz? İsrail'in Filistin ve Lübnan'da yaptıklarına karşı çıkmak için işin içine Hitler'i, soykırımı katmak neyin nesi? […] Çareyi soykırımı reddetmekte, Hitler'e haklılık çıkarmakta görmek kadar zavallı ve insanlık dışı bir tavır olabilir mi? […] Batı, İsrail'e koşulsuz destek vererek bu utancından sıyrılma yolunu tuttu. Sonuçta, Ortadoğu'ya yüklenen fatura kabardıkça kabardı, sorun büyüdükçe büyüdü. Tarihi hesaplaşma yapacaksak işe buradan başlamak lazım, insanlık ayıbı olan antisemitizme savrularak değil. Asıl olan tabii, […] zor zamanda insan kalabilmeyi başarmak. Böyle bir dönemde, bunları yazmamın bana nasıl bir maliyeti olabileceğini tahmin edebiliyorum. Bu kadar hassas bir konuda, bunları söyleyen birinin İsrail'e gizli destek vermekle itham edileceğini, dahası soyunda sopunda Yahudilik aranacağını tahmin edebiliyorum. Daha önce de yazdım, bu konularda 'aykırı' sayılan görüşlerimden dolayı, hakkımda tuhaf söylentiler çıktı. Okuduğum liseyi, adımı kurcalayıp sonuçlara varanlar oldu.” [9]
Oral Çalışlar da benzer bir yaftalama çabasından şikayet etmekteydi:
“İslamcı yazar Mehmet Şevki Eygi'nin Kanal 7'de Abdi İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi'ye ''Sabetaycı'' diyerek hücum ettiği programı eleştiren yazım onu harekete geçirmişti. İslamcı cephede çok yaygın olan diğer dinlere düşmanlık ve her türlü kötülüğün Yahudilerden geldiğini varsayan ilkel anlayış bu programda Eygi'nin ağzından dile getiriliyordu. Ben de bu geri ve ırkçı üsluba tepki gösteren bir yazı kaleme almıştım. Yalçın Küçük, bu yazıdan yola çıkarak benim ''Sebatayist'' olduğumu öne sürmüştü. Yazdığı kitaba da, dergilerde yazdıklarına da cevap vermeyi düşünmedim. Kitle önünde onunla tartışmak, bu deli saçması uydurmalara önem vermek anlamına gelecekti. Aradan yıllar geçti, derken Soner Yalçın ''Efendi'' kitabında Yalçın Küçük'ün bu tür tezlerini (!) önemli bir referans gibi kullandı. Zaman içinde, Metin Üstündağ, Enis Batur ve Ayşe Arman onunla uzun söyleşiler yaptılar. Bir anlamda bu tezlere önem verenler çıktı. […] Şimdi ben ne yapmalıyım, Sabetayist olmadığını kanıtlamak için geçmişimi mi anlatmalıyım? Bu gülünç olmaz mı? Benim kökenimin ne olduğu kimseyi ilgilendirmez. Böyle kökenlere dayalı tahlillere girişmek ırkçılıktır, kafatasçılıktır.” [10]
Prof. Dr. Yalçın Küçük’ün ailece “Sabetayist” olmakla ve gazetenin yazar kadrosuna “Sabetayistleri” doldurmakla suçladığı Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, 8 Haziran 2005’te köşesinde, “Marksist olduğunu iddia eden bir yazarın verdiği en büyük zarar, 500 yıldan fazla birlikte yaşamış bir toplumun içine bu korkuyu düşürmektir. Emin olunuz ki bu duygu ilerde yeni bir ‘iğneli fıçı ırkçılığının' kaynağı olabilir.” diyerek eleştirdiği bu cadı avına değindi:
“Farkında mısınız, Yalçın Küçük çoğumuzu ‘savunma duygusuna' itiyor. Çoğumuzu “Ben Sabetayist değilim” demek zorunda bırakıyor. Tabii hepimiz biliyoruz ki, bu şifrenin gerçek anlamı şudur: ‘Hayır, ben Yahudi değilim.' Bizim işte asıl bu duyguyu sorgulamamız gerekir.Bize Amerikalı, Fransız, İtalyan, Yunan dendiği zaman böyle bir savunma ihtiyacı duymuyoruz da, ‘Sabetayist' denince görünmez bir el bu refleksimizi neden harekete geçiriyor? Korktuğumuz şey nedir? Hadi gelin cesaretle bunun adını da koyalım. “Yahudi” olarak damgalanma korkusu.” [11]
Aslında Avrupa Birliği'nin (EUMC) antisemitizm tanımında yer alan “antisemitizmin İsrail Devleti ile ilişkilendirilerek dışavurum yolları” kısmı bu tartışmada oldukça yol gösterici: Olayla ilgili olmayan bir grubu sırf din, ırk veya vatandaşlık gibi “aidiyetleri” sebebiyle suçlamamak kaydıyla; Türkiye, siyaset üzerindeki ordu vesayeti yüzünden veya Hollanda, Serebrenicka katliamında Sırplarla işbirliği sebebiyle nasıl eleştiriliyorsa; İsrail de eleştirilecektir. Başka bir değişle, antisemitizme örtü yapılmadığı sürece (“Yahudiler çocuk katilidir.”) İsrail’in Gazze saldırıları da, Arap veya Müslüman düşmanlığı için kullanılmadığı sürece (“Müslümanlar çocuklara tecavüz ederler.”) Sudan’ın Darfur’daki katliamları da; Amerikalı veya Hıristiyan düşmanlığı yapılmadığı sürece (“Amerikalılar, Haçlı zihniyetiyle İslam’ı haritadan silmeye çalışıyorlar.”) ABD’nin Irak ve Afganistan işgalleri de eleştiriden muaf değildir. O zaman, kendimizi ulusal basından ikişer örnekle sınırlayarak, “antisemitizmin İsrail Devleti ile ilişkilendirilerek dışavurum yolları” kısmındaki maddelere bir göz atalım.


İsrail Devletinin varlığının ırkçı bir çaba olduğunu iddia ederek, Yahudi halkının kendi kaderini tayin hakkını reddetmek: Bu maddeye bir örnek, Anadolu’da Vakit gazetesinin, İsrail’in helak edilmesini Allah’tan niyaz eden 29 Aralık 2008 tarihli manşetiydi: “İsrail’i Kahret Ya Rab.” [12] Diğer bir örnek de, Millî Gazete yazarı Ayhan Demir’in “Katil İsrail, yeryüzünden defol!” başlıklı makalesidir:
“İstanbul, Gazze ve Kudüs'ün güvenliğini sağlamak adına yapılacak ilk şey, tüm insanlığa zarar vermeye başlayan, gözü ve gönlü kirleten bu gecekondunun en kısa zamanda yeryüzünden kaldırılmasıdır. İşgalcileri, kanlı şarlatanlıkları ile birlikte tarihin çöplüğüne göndermek, insanlık adına gerçekleştirilecek en soylu eylemlerdir. İsrailsiz bir dünya çok daha huzurlu ve güvenli olacaktır.” [13]

İsraillileri karakterize etmek için klasik antisemitizm ile ilişkili simge ve imgeleri kullanmak.: İlk örnek, Cevad Rıfat Atilhan’ın “kan iftirası” içeren ve 1951 yılında yayınlanan makalesidir:
“Bunu temin eden, bütün Yahudi ruhlarını kuvvetle sarsıp heyecana getiren şey derin bir kin, hamursuzlara insan kanı koyacak kadar tabiilikten kaçmış vahşi ve menfur bir kin, Yahudi olmayan her şeye karşı düşmanlık hissidir.” [14]
İkinci örnek, Anadolu’da Vakit yazarı Abdurrahim Karakoç’un yılbaşı sebebiyle 30 Aralık 2008’de yazdığı ve basın özgürlüğünde ulaşılan son noktayı gösterir yazısıdır:
“Yahudilerin Hanuka-manuka, Tuzsuz Peynir bayramları ile insan kanından imal edilmiş çörek bayramı da sizin olsun… O gayrimüslim bayramlarını biz de mi kutlamalıyız? Hadi s...n oradan ukala satılmışlar…” [15]

Günümüzdeki İsrail politikaları ile Naziler arasında kıyaslamalar yapmak: BirGün, solun antisemitizme bağışık olmadığını "İsrail Nazi Ruhuna Esir." [16] başlığıyla kanıtladı.
Belli ki 7,282,000 İsrail vatandaşından 5,499,000’inin (%75,5) Yahudi, 1,390,000’inin (%19,1) Müslüman Arap, 262,000’inin (%3,6) Dürzi Arap ve 131,000’inin (%1,8) çoğu Arap kökenli Hıristiyan [17] olduğunu bilmeyen— Hakan Albayrak’ın Yeni Şafak gazetesinde 10 Ocak 2009’da yayınlanan “Nazi benzetmesi niye rahatsız etti?” başlıklı yazısı bu tip antisemitizme diğer bir örnektir:
“Yahudi SS’ler iş başında! Ve kolektif bir çılgınlık içindeki “İsrail halkı” (%5 istisna), bağrından çıkarmakla gurur duyduğu bu profesyonel katil sürüsünü […] “Sieg Heil! Sieg Heil!” diye tezahüratta bulunarak kutluyor! Allah bin türlü belalarını versin.” [18]
Ahmet Kekeç’in Star gazetesindeki [19] ve Haşmet Babaoğlu’nun Sabah’taki [20] yazıları da bu tür antisemitizme diğer örneklerdir:
"İsrail'in, "Auschwitz" ayıbını işleyenlerden ne farkı var? [...] İsrail devleti, bu 'Nazi alışkanlığı'nı, [...] işgalci bulunduğu topraklarda [...] uyguluyor." [19]
"Gazze büyük bir temerküz kampı. [...] Schindler'in Listesi'nde Nazi zulmünden kurtarılan Polonyalı Yahudiler vardı... Şimdi [...] kurtarılacak Gazzeli çocuklar için bir liste düzenleniyor mu ..." [20]
Yaşanan vahşetin insanlık suçu boyutu olsa da, Gazze ile Auschwitz-Birkenau arasında fark vardır: "Son Çözüm" denilen plan dahilinde, 1942-44 arasında bütün Avrupa'dan 200,000'i çocuk 1,000,000 kişi, bu kampta sırf Yahudi oldukları için sistemli biçimde imha edildi. Öfke ve isyan duygusuyla Sincan'dan Gazze'ye bütün katliamlar soykırım olarak nitelenirse, Ermenilerin (1915), Yahudi ve Çingenelerin (1941-1945), Kamboçyalıların (1975-1979) ve Tutsilerin (1994) kırımları sıradanlaştırılmış, maksatlılıkları gizlenmiş ve inandırıcılıkları aşındırılmış olur. Tarihinde soykırım olan bir toplumda bu yolla yaratılan duyarsızlaştırma, yeni soykırımlara zemin hazırlar.

Bir başka örnek de, Cihan Aktaş’ın 19 Ocak 2009’da Taraf gazetesinde Gazze’deki “soykırım” ile Nazi “katliamı” —ki Holokost’u tanımlarken “Soykırım” sözcüğünden kaçınma, revizyonist bir davranıştır— ile kıyasladığı; Nazi “katliamı” sırasında suçlu-suçsuz ayrımı yapılarak “tek tek belirlenmiş” Yahudiler ve onlara yataklık edenlerin katledildiği, bundan farklı olarak Gazze’deki “Soykırım”da Filistinlilerin “suçlu-suçsuz diye bir ayırım” yapılmadan öldürüldüğünü anlattığı yazıdır:
“Başka türlü bir savaş sürüyor Gazze’de, başka türlü bir soykırım. Nazi katliamı, tek tek belirlenmiş isimlerin, ihbarlar üzerinden yakalanan Yahudilerin ya da Yahudilere yardımcı olmuş kişilerin kamplarda bir araya getirilmesiyle gerçekleştirilmişti. Abluka altına alınmış bulunan Gazze’de ise suçlu-suçsuz diye bir ayırım yok. Kaçacak bir köşe, sığınacak bir dost evi yok. Herkes suçlu ya da potansiyel suçlu.” [21]

Tüm Yahudileri İsrail Devleti’nin eylemlerinden sorumlu tutmak: Özellikle, “Dökme Kurşun Harekatı” gibi toplumsal öfke yaratan olaylar sırasında, tüm Yahudileri suçlamak, olaylarla hiç ilgisi olmayan Yahudilerin can ve mallarını riske sokar. Prof. Dr. Toktamış Ateş'in Bugün'deki yazısı buna örnektir:
“Bir toprakta yaşayanları kovalayıp, "Burası benim vadedilmiş toprağım" demek, acaba ne derece insani? Ama tarihteki ilk ve en ırkçı kavim bunu dile getirince ve dünya finans kapitalini de arkasına alınca, her şeyi "Hak olarak" görüyor. Ve bizler, hiçbir şey yapamıyoruz....” [22]
Selanik’ten gelen bir bombalama haberi üzerine 1955’de İstanbul’daki azınlıkların öldürüldüğü, ırzlarına geçildiği, mallarının yağmalandığı bir toplumda, Sinagogların da bombalandığını hatırlamak gerekir: İspanya sürgünü sonrası İstanbul’a gelen Yahudileri de işin içine katan bir yazı, Türkiyeli Yahudileri hedef haline getirir. Buna örnek, 24 Haziran 2004 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan Şakir Süter’in yazısı [23] ile 26 Temmuz 2006 tarihli Önce Vatan gazetesine yayınlanan Abdullah Kılıç’ın yazısıdır [24]:
“Musevi kökenli Türk vatandaşların dostluğundan memnun çok insan vardır. Tarihten gelen ortak acı ve sevinçlerimiz de vardır. Bugün "VAR-DI" demenin arefesine gelmiş bulunuyoruz. Ya üstüne 'çizik' atacağız bu dostluğun.. Ya da bıraktığımız yerden buruk da olsa devam edeceğiz yola.. [...] Dünya medyasında da yer alan "Kuzey Irak'ta Türkiye aleyhine İsrail Oyunu"nun hiç oynanmadığını kanıtlamak Tel-Aviv'e düşüyor. [...] Museviler'i resmen ve alenen düşman ilan etmemek için son avanslarımızı kullanıyoruz.” [23]

“Zaten bunlar peygamber ve din katilleri olarak tescilli bir güruhtur. Demişler ki: “Savaşta kadın ve çocukları da öldürmek Tevrat’ın emridir çünkü siz bunu yapmazsanız İsrail’de ölecek kadın ve çocukların yüzüne bakamazsınız.” İste bu kitapları bunlar da din adamı! Gelelim bize; yıllardır İspanya’dan gemilerle bu Yahudileri ülkemize getirerek bunları ölümden kurtardığımızı söyleriz. Yıl dönümlerinde de bunların ileri gelenleri ağzımıza birer parmak bal çalarlar. Sonra ne yaparlar? Her türlü melaneti yaparlar. Beş yüz yıldır bitleri kanlandıktan sonra daima yaptıkları gibi. Ben şahsen artık bunu enayiliğimiz olarak görüyorum. Derim ki vakit varken usul usul yürüseler iyi olur. Diğer bir husus da, bende oluşmuş olan Hitler antipatisi giderek değişiyor. Bu adamın çılgına dönmesindeki sebepleri yeniden araştırıp öyle bir değerlendirme yapmak gerekir. Neticede, ‘Bir kelbi bir kelbe tutturur İlah…’

Şimdi bu değişen ve sabitlenen duygularla bir Yahudi ile ayni mekânı paylaşmamaya azami dikkat ve hassasiyet göstereceğim. Hiçbir Yahudi’ye bir başka ihtiyaç sahibi mahlûk varken yardim etmeyeceğim. Bilerek bir Yahudi’nin para kazanmasına alet olmayacağım. Önüme gelen her Yahudi’ye bu zilletle yaşamanın nasıl bir rezillik olduğunu soracağım…” [24]
Bir başka örnek de; Mine Alpay Gün’ün, Millî Gazete’de 30 Ocak 2009 tarihinde “Yahudi ile Uğraşan Abad Olamaz.” başlığıyla yayınlanan yazısıdır. Terhis olduktan sonra bir de 18 ay Yirmi Kur'a nafıa askerliği yapmış; üzerine borç harç alarak servetinin yarısı kadar Varlık Vergisi ödemiş olan [25] Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı merhum Vitali Hakko tarafından kurulan ve oğlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Cem Hakko tarafından idare edilen Vakko mağazalarından eşarp alanlara, “İsrail” malları boykotunu ihlal ettikleri için içerlediğini anlattığı yazısında, Gün, Yahudilerin bu boykot sebebiyle ülkede darbe düzenletebileceklerini de ima etmekteydi:
“Şimdi en modern liselerde bile İsrail mallarını protesto afişleri duvarlara asılmakta. “Her kuruş kardeşlerimize bir kurşun olmasın” kampanyasını bir ihtilalle ödemeyelim kaygısını duymuyor muyuz, sanıyorsunuz. Fatih’te Vakko eşarplarını satın alan başörtülü kadınlara kampanyaya destek vermedikleri için, kaş çatıp surat astım, ama acaba onlar da olası bir Yahudi öfkesinden sakınmak için mi almakta idiler o eşarpları...” [26]
ABD Dışişleri Bakanlığı da, antisemitizm tanımında “İsrail'in politika ve uygulamalarının meşru eleştirisi ile antisemit yorumların ayırt edilmesi, önemli konulardandır. İsrail'in şeytanlaştırılması, İsrail liderlerinin Nazi liderleriyle kıyaslama yoluyla veya Nazi sembolleri kullanılarak yerilmesi, ihtilaflı bir konudaki politikaların meşru eleştirisinden ziyade, antisemit bir eğilimin göstergesidir” [27] demektedir. Ali Bulaç'ın Zaman'daki [28] ve Gülşen Evren'in Taraf'taki [29] yazıları buna örnektir:
“1,5 milyon Filistinlinin yaşadığı Gazze[...]’de Nazilerinkini geride bırakan bir temerküz kampı söz konusu.” [28]
“Adorno [...] Auschwitz'de kurban olanların bugün cellat olduğunu görseydi ne hissederdi acaba? [...] En büyük zalimlerin, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkacağını [...] kanıtlar mahiyette, İsrail, fütursuzca, insafsızca zulümlerine devam ediyor.” [29]
Oysa, 1958'e kadar soykırımdan kurtulan 908,500 Yahudi'nin yüzde 40'ı İsrail'e göç ederek [30] ülkedeki Yahudi nüfusun yüzde 18'ini oluşturmuşlardı. [31] Aynı dönemde, Arap ülkelerinden bunun iki katından fazla Yahudi zulüm ve katliamlarla göçe zorlanmış veya tüm varlıklarına el konularak tehcir edilmiş ve büyük kısmı İsrail'e yerleşmişti. [32]

Özetle, Erkam Tufan Aytav’ın da belirttiği gibi, İsrail'i eleştireceğim derken antisemitizme savrulmak kimsenin bağışık olmadığı, oldukça kolay bir durumdu:
"İsrail = Yahudi gibi bir denkleme ulaşmak büyük bir yanlıştır [...] Antisemit histerinin kaynağında da bu eşitleme mantığı yatmaktadır. [...] İsrail düşmanlığı gibi tarihsel olarak çok daha yeni bir ideolojik duruşla Yahudi düşmanlığı gibi binlerce yıllık bir ideolojik duruş arasında [kalanlar] ister istemez daha güçlü kökleri olan Yahudi düşmanlığına savrulmaktadırlar." [33]

Bu yazı dizisinin diğer makaleleri

Hakkımız olmayan tek şey unutmaktır… 22 Aralık 2009 Salı http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/hakkmz-olmayan-tek-sey-unutmaktr.html

Allah Aşkına, Nedir Bu Antisemitizm, Bilen Var mı? 25 Aralık 2009 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/allah-askna-nedir-bu-antisemitizm-bilen.html

Büyüklere Masallar: Türkiye’de Antisemitizm Yoktur 01 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/buyuklere-masallar-turkiyede.html

Kırılma Noktası 1: Sol Liberal-İslami İttifak 08 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/krlma-noktas-1-sol-liberal-islami.html

"Salkım Hanım'ın Taneleri" mi, "Yahudi'nin Adı Yok" mu? 18 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/salkm-hanmn-taneleri-mi-yahudinin-ad.html

Bilimin Yüzümüze Tuttuğu Ayna 25 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/bilimin-yuzumuze-tuttugu-ayna.html

Kırılma Noktası 2: Dökme Kurşun Harekatı 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/krlma-noktas-2-dokme-kursun-harekat.html

Mazluma da Zalime de (Şahide de) Kimlik Sormamak 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/mazluma-da-zalime-de-sahide-de-kimlik.html


Kaynakça
  1. Necromancer. Anti-semitizm mi, İslam düşmanlığı mı? turkeyforum.com. 2 Ağustos 2006. http://www.turkeyforum.com/satforum/showthread.php?t=215540
  2. Kıvanç, Ümit. Politik Doğruluk Hakikate Karşı. Birikim. Sayı 186:31-43, Ekim 2004.
  3. Şahin, Davut. Anti/Semitizm (Yahudi düşmanlığı). Yeni Asya. 10 Ocak 2007. http://www.yeniasya.com.tr/2007/01/10/yazarlar/dsahin.htm
  4. Erdoğan, Mustafa. Ergenekon ve medya: Biraz dikkat. Star. 8 Ağustos 2009. http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mustafa-erdogan/ergenekon-ve-medya-biraz-dikkat-haber-206339.htm
  5. Voniati, Christiana. Chomsky on Gaza. Counter Currents. 16 Şubat 2009. http://www.countercurrents.org/voniati160209.htm
  6. Tutu, Desmond. Apartheid in the Holy Land. The Guardian. 25 Nisan 2002. http://www.guardian.co.uk/world/2002/apr/29/comment
  7. Hür, Ayşe. Küreselleşen Anti-Semitizm ve Türkiye. Birikim. 18 Ekim 2005. http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=62
  8. Yeşil, Kamil. Ey Yahudi! Millî Gazete. 5 Ocak 2009. http://www.milligazete.com.tr/makale/ey-yahudi-109712.htm
  9. Mert, Nuray. İsyanın Ahlakı. Radikal. 3 Ağustos 2006. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=194735
  10. Oral Çalışlar: Yalçın Küçük'ün Babası Fransız İşbirlikçisiydi... medyatava.net. 14 Haziran 2004. http://www.medyatava.net/haber.asp?id=13764
  11. Özkök, Ertuğrul. Evet ben bir Sabetayistim. Hürriyet. 8 Haziran 2005. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=325593&yazarid=10
  12. İsrail’i Kahret Ya Rab. Anadolu’da Vakit. 29 Aralık 2008
  13. Demir, Ayhan. Katil İsrail, yeryüzünden defol! Milli Gazete. 6 Ocak 2009 http://www.milligazete.com.tr/makale/katil-israil-yeryuzunden-defol-109833.htm
  14. Atilhan, Cevad Rıfat. Türkoğlu Düşmanını Tanı. Bütün Eserleri 3. [5. Basım] İstanbul: Sinan Yayınevi, 303 sayfa, 1996. ISBN : 975-8005-11. http://www.otukenim.net/Turkoglu/index.htm]
  15. Karakoç, Abdurrahim. Bak şu müftülüğün yaptığına. Anadolu’da Vakit. 30 Aralık 2008. http://www.habervaktim.com/yazar/10255/bak_su_muftulugun_yaptigina.html
  16. İsrail Nazi Ruhuna Esir. Birgün. 7 Ocak 2009. http://www.birgun.net/world_index.php?news_code=1231324933&day=07&month=01&year=2009
  17. Latest Population Figures for Israel. Jewish Virtual Library. 2009. http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Society_&_Culture/demtoc.html
  18. Albayrak, Hakan. Nazi benzetmesi niye rahatsız etti? Yeni Şafak. 10 Ocak 2009. http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=10.01.2009&y=HakanAlbayrak
  19. Kekeç, Ahmet. Gazze değil Auschwitz. Star, 31 Aralık 2008. http://www.stargazete.com/gazete/yazar/ahmet-kekec/gazze-degil-auschwitz-158943.htm
  20. Babaoğlu, Haşmet. Schindler'in Listesi'nde Gazzeli Çocuklar! Sabah. 5 Ocak 2009. http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/babaoglu/2009/01/05/Schindler_in_Listesi_nde_Gazzeli_cocuklar
  21. Aktaş, Cihan. Her kayıttan şarttan muaf İsrail. Taraf. 19 Ocak 2009. http://www.taraf.com.tr/makale/3619.htm
  22. Ateş, Toktamış. İsrail'in hakkı. Bugün. 20 Temmuz 2006. http://www.wardom.org/toktamis-ates-t77697.html
  23. Süter, Şakir. Museviler'e son avans. Akşam. 24 Haziran 2004. http://arsiv.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2004/06/24/yazarlar/yazarlar16.html
  24. Abdullah Kılıç, “Dikkat! Dikkat!.. Ey DevletlülerÖnce Vatan. 26 Temmuz 2006. http://www.oncevatan.com.tr/Detay.asp?yazar=12&yz=8642
  25. Altan, Ertan. Vitali Hakko'nun Yazılmayan Hikayesi. Yeni Şafak. 16 Aralık 2007. http://yenisafak.com.tr/Pazar/Default.aspx?t=16.12.2007&c=29&i=87763
  26. Gün, Mine Alpay. Yahudi ile uğraşan abad olamaz. Millî Gazete. 30 Ocak 2009. http://www.milligazete.com.tr/makale/yahudi-ile-ugrasan-abad-olamaz-112849.htm
  27. US Department of State Bureau of Democracy, Human Rights, and Labor. Report on Global Anti-Semitism. US Department of State sitesi. 5 Ocak 2005. http://www.state.gov/g/drl/rls/40258.htm
  28. Bulaç, Ali. İsrail!. Zaman. 29 Aralık 2008. http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=789396&title=israil
  29. Gülşen, Evren. Auschwitz'in kurbanları, görüyor musunuz? Taraf. 29 Aralık 2008. http://www.taraf.com.tr/haber/24564.htm
  30. Pfeffer, Anshel. Haifa University: Shoah survivors in Israel happy. The Jewish Community Online. 22 Nisan 2009. http://www.thejc.com/news/israel-news/haifa-university-shoah-survivors-israel-happy
  31. Yablonka, Hana. Survivors of the Holocaust: Israel after the War. New York: New York University Press. 337 sayfa. 1 Mart 1999. ISBN-13: 978-0814796924
  32. Aharoni¸ Ada. The Forced Migration of Jews from Arab Countries. Historical Society of Jews. Erişim Tarihi: 4 Ekim 2009. http://www.hsje.org/forcedmigration.htm
  33. Aytav, Erkam Tufan. Yahudi Düşmanlığı ve Türkiye. Haber7. 4 Şubat 2009. http://www.haber7.com/haber/20090204/Yahudi-dusmanligi-ve-Turkiye.php

25 Ocak 2010 Pazartesi

Bilimin Yüzümüze Tuttuğu Ayna

“Ben bugün hoşgörü istemiyorum. Burası benim vatanımsa kim, niye bana hoşgörü göstersin ki? Siz de aynı hakka sahipsiniz, ben de aynı hakka sahibim, bize hukuk ve demokrasi lazım.”
— Türk Musevi Cemaati Başkanı Silvyo Ovadya 2 Şubat 2009 [1]

Konrad Adenauer Vakfı'nın 1998 yılında İstanbul’da ve 11 ilde 2,200 denekle gerçekleştirdiği “Türk Gençliği ’98: Suskun Kitle Büyüteç Altında” başlıklı araştırmasının sorularını yanıtlayan gençlerin %70.6’sı “Yahudilerin iyisi olmaz, çoğu kötüdür.” cevabı verdi. [2]

1997-99 arasında Çukurova Üniversitesi’nden Müfit Gömleksiz ve Adnan Gümüş’ün Adana’daki 22 farklı lise ve Çukurova Üniversitesi'ndeki 6 fakültede kayıtlı 1,631 öğrenci ile yüz yüze görüşerek yaptığı “Din, Milliyetçilik ve Otoriteryenizm” başlıklı araştırmada, “Müslüman olarak Yahudileri reddetmeliyim.”, “Hitler Almanya'sında Yahudiler sürülmüşse, bunda kendilerinin tamamıyla suçsuz oldukları söylenemez.”, “Yahudiler, tarihte pek çok kötülük yaptı.” ve “Yahudilerin ülkemizi terk etmesi, bizim için çok iyi olur.” gibi ifadeleri gerek liselerde gerekse üniversitede tamamıyla reddedenler, maddelere göre sadece %11 ile %31 arasında sınırlı kaldı. Öğrencilerin %70’den fazlası, Ermenilerin ve Yahudilerin “pek çok kötülük yaptığı” ve “ülkeyi terk etmelerinin iyi olacağı” kanaatini belirtti. [3]

2003 yılında 12 ilde 2,183 kişi üzerinde gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasında, halkın %71’inin Ermenistan, %63’ünün İsrail ve %63’ünün Yunanistan için olumsuz kanaat sahibi olduğu saptandı. Araştırmayı yürüten ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. İhsan Dağı ve Kırıkkale Üniversitesi Ekonomi Bölümünden Doç. Dr. Metin Toprak, 1 Aralık 2003 tarihli Radikal gazetesinde, çalışmanın sonuçlarını şöyle yorumladılar:
“Bu, halkın dış dünyaya ilişkin genel tutumunun negatif olduğunu gösterir ki, bu, bölge ülkelerinden kaynaklı tehdit algılamalarıyla da örtüşür. Toplumun %74'ü, komşuların Türkiye toprakları üzerinde gözü olduğu fikrinde. Bu sonuç, “düşman kültürü”nün yaygın toplumsal tabana dayandığını, toplumun, güvenlikçi bir kültürle, “dört yanının düşmanlarla çevrelendiği Türkiye” betimlemesini benimsediğini ortaya koyar. Güvenlik/tehdit-merkezli perspektif toplumsallaşmıştır. Eğitim arttıkça bu perspektif büyük değişikliklere uğramamakta, “güvenlikçi kültür” üniversite mezunları arasında da %70 kabul görmektedir.” [4]
Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu da, 2004 yılında ülkedeki dönüşüm hakkında şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“Eskiden seçmen yuvarlak olarak %65 ortanın sağı diye ifade edilen, merkezden sağa doğru yayılan bir yelpazede kendini koyuyordu. 1990’ların ortasında merkezde bir kayma oldu. Seçmen daha önce görülmedik ölçüde kendini aşırı sağa yerleştirdi. Daha önce %10’un altında olan aşırı sağ seçmen eğilimi, 1995’te %20’ye çıktı. Bizim düşünce iklimimiz bu kayış sonunda daha milliyetçi, daha din etrafında kendini tanımlayan muhafazakârlığa döndü. Aynı zamanda daha fazla yabancı düşmanı, farklılıklara daha az hoşgörüyle bakan bir seçmen çıktı ortaya. Yahudi düşmanlığı önemli ölçüde arttı.” [5]
ABD merkezli PEW Araştırma Merkezinin Eylül 2008’de açıkladığı “Küresel Tutumlar Araştırması”na göre, genellikle, ülkenin kişi başına satın alma gücü yükseldikçe, dinin yaşamdaki önemi azalma göstermekteydi. Araştırılan tüm ülkeler içinde, Türkiye, genel gelir-dini hassasiyet eğrisiyle kıyaslandığında, ABD’den sonra en dindar 2. ülke durumundaydı. Türkiye halkının %34’ü günde 5 vakit, %8’i günde en az 1 kere, %12’si hafta birkaç kere, %9’u Bayram veya Cuma günleri, %10’u sadece Cuma günleri ve %5’i sadece Bayramlarda namaz kılarken; %20’si (hemen) hiç namaz kılmıyordu. [6]

11 Eylül’de ikiz kulelere yapılan saldırının Arap militanlar tarafından yapıldığını düşünen Türkiyeli Müslümanların oranı %16 iken, %59’u bunun dışındaki teorilere inanıyordu. Bu oranlar diğer ülkelerin Müslüman nüfuslarına göre şöyleydi: Mısır (%32, %59), Ürdün (%39, %53), Pakistan (%15, %41) ve Endonezya (%16, %65). [6]

2004’te Türkiye nüfusunun %49’u Yahudiler hakkında olumsuz düşünürken, bu oran 2005’de %60’a, 2006 yılında %65’e ve 2007 yılında %76’ya çıkmış durumdaydı. 2007 yılında Yahudiler hakkında nüfusun sadece %7’sinin (2004: %27, 2005: %18, 2006: %15) olumlu görüşe sahip olduğu da tespit edildi. Tüm yaş ve eğitim gruplarında aynı oranlar söz konusuydu. [6, 7] Diğer Müslüman ülkelerde bu oranlar yıllardır aynı düzeydeydi: Lübnan’da (%2 olumlu, %97 olumsuz), Ürdün’de (%3, %96), Mısır’da (%3, %93), Endonezya’da (%10, %66) ve Pakistan’da (%4, %76). [6]

Antisemitizmin onlara özgü olduğu iddia edilen Hıristiyan ülkelerde ise bu oranlar şöyleydi: ABD (%77 olumlu, %7 olumsuz); Avustralya (%73, %11), Birleşik Krallık (%73, %9), Fransa (%79, %20), Almanya (%64, %25), Polonya (%50, %36), Rusya (%47, %34) ve İspanya (%37, %46). 2004-2008 arası Yahudiler hakkında olumsuz düşünenlerin sayısı İspanya’da %21’den %46’ya, Polonya’da %27’den %36’ya, Rusya’da %25’den %34’e, Almanya’da %20’en %25’e ve Fransa’da %11’en %20’ye yükselirken; Birleşik Krallık’ta sabit kalmış ve ABD’de %8’en %7’ye düşmüş durumdaydı. [6]

Türkiye’de giderek artan Yahudi düşmanlığın sebebi olarak yaygın biçimde İsrail’in Gazze saldırıları gösterilse de, 2000’li yıllarda Hıristiyanlara karşı olumsuz duyguların benzer biçimde artmış olması, Gazze’den bağımsız etkenlerin de varolduğunun kanıtıydı. Nüfusunun %0,2’si Hıristiyanlardan oluşan Türkiye’de, Hıristiyanlar hakkında olumlu düşünenlerin oranı %10 düzeyinde kalırken (2004’te %31, 2005’te %21, 2006’da %16), olumsuz düşünenlerin sayısındaki en hızlı artış da Türkiye’deydi: 2004 yılında Hıristiyanlara olumsuz bakanların oranı %49 iken, 2005’te %60’a, 2006’da %63’e ve nihayet 2007’de %74’e ulaşmış durumdaydı. %74, PEW tarafından araştırma yapılan bütün ülkeler arasındaki en yüksek orandı. Türkiye’nin hemen ardından gelen Pakistan’da, Hıristiyanlar için olumsuz düşünenlerin oranı %60; üçüncü Çin’de ise %55 olarak tespit edildi. PEW araştırmasının yapıldığı diğer Müslüman ülkelerde bu oranlar şöyleydi:
  • Nüfusunun %3’ü Hıristiyan olan Pakistan’da: %24 olumlu, %60 olumsuz
  • Nüfusunun %6’sı Hıristiyan olan Ürdün’de: %73 olumlu, %25 olumsuz
  • Nüfusunun %9’u Hıristiyan olan Endonezya’da: %41 olumlu, %51 olumsuz
  • Nüfusunun %10’u Hıristiyan olan Mısır’da: %52 olumlu, %46 olumsuz
  • Nüfusunun %39’u Hıristiyan olan Lübnan’da: %85 olumlu, %15 olumsuz [6, 7]
Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Yılmaz Esmer ve ekibi tarafından, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı’nın maddi yardımıyla, 12 Nisan-3 Mayıs 2009 tarihleri arasında 34 ilde gerçekleştirilen “Radikalizm ve Aşırıcılık” araştırması, oldukça çarpıcı bir biçimde Türkiye’de hemen her çevrenin görmezden gelmeyi seçtiği Yahudi aleyhtarlığını inkar edilemez netlikte ortaya koydu.

1,715 denekle yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilen araştırmaya göre, katılımcılar kendi kimlikleri konusundaki “Hepsi çok önemli ama sizin için hangisi birinci sırada gelir?” sorusuna, %62 oranında “din,” %16 oranında “laiklik,” %13 oranına “demokrasi,” ve %5 oranına “etnik kimlik,” cevabını verdi. İnancı nedeniyle başını örten kadınların oranının ise %62 olarak saptandığı araştırmada, “Müslüman kadın evi dışında başını örtmelidir” yargısını deneklerin %62’si olumlayarak; %19’u “kesin doğru”, %43’ü “doğru”, %28’i “yanlış”, %10’u “kesin yanlış” olarak niteledi. “Bir kadının deniz kenarında, plajda mayoyla dolaşması günahtır” yargısını deneklerin %58’i olumladı; %18’i “kesin doğru”, %40’ı “doğru”, %38’i “yanlış”, %14’ü “kesin yanlış” bulduğunu belirtti. “Kadınların bir işte çalışmak için kocalarından izin almaları doğru olur” yargısına deneklerin %84’ü olumlayarak; %20’si “kesin doğru”, %64’ü “doğru”, %12’si “yanlış”, %4’ü “kesin yanlış” yanıtını verdi. Yaratılışa inananların oranı %93 iken, evrime inananlar %7’de kaldı. Dünyayı anlayabilmek için deneklerin %56’sı din kitaplarının, %44’ü ise bilimin önemli olduğunu düşündüğünü ifade etti. [8]

Deneklerin %91’inin PKK’yı, %90’unun İsrail’i, %80’inin şeriatı, %73’ünün komünizmi “aşırı” olarak gördüğü saptandı. Aşırı bulunan diğer unsurlar arasında ise El-Kaide, faşizm, ırkçılık, Taliban ve Hamas yer aldı. [8]

Deneklerin %86’sı ABD’nin hedefinin “Türkiye’yi bölmek,” %85’i ise “İslam dinini bölmek ve/veya zayıflatmak” olduğunu düşündüğü belirlendi. Araştırma, toplumun Avrupa Birliği’ne yaklaşımı konusunda oldukça ilginç bir tablo ortaya çıkardı. Deneklerin %80’i ne yapılırsa yapılsın Türkiye’nin AB’ye giremeyeceği; %93’ü ise Birliğin Türkiye’ye diğer aday ülkelerle eşit davranmadığı görüşündeydi. AB’nin Türkiye’yi bölmeyi hedeflediğini düşünenlerin oranının %76 olmasına rağmen, AB’ye tam üyelik konusunda, deneklerin %16’sı “çok isterim,” %41’i “isterim,” %15’i “farketmez,” %16’sı “istemem” ve %11’i “hiç istemem” yanıtı vermişti. [8]

Deneklerin %87’si eşcinsel, %75’i Tanrı’ya inanmayan, %72'si içki içen, %67’si nikahsız yaşayan, %66’sı hiçbir dine inanmayan, %64’ü Yahudi, %52’si Hıristiyan, %36’sı kızları şort giyen, %26’sı ise başka bir ırk veya renkten olan komşu istemediğini belirtti. Araştırmaya göre, 1990 yılında Yahudi komşu istemeyenlerin oranı %45 iken, 2009’da bu oran %64’e yükseldi. Başka ırk veya renkten komşu istememe oranı ise 1990’da %39 iken 2009’da %26’ya düştü. Araştırma, üniversite mezunlarının en hoşgörülü grubu oluşturduğunu, eğitim seviyesi düştükçe hoşgörünün azaldığını ortaya koydu. [8]

Bahçeşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı, sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı, araştırmanın Türkiye geneli için bir “hoşgörüsüzlük” tablosu ortaya koyduğunu, halkın kendi dini değerleriyle çatışan veya bu değerlere aykırı yaşam sürenleri tolere edemediğini belirtti. Araştırmayı “Türklerin % 64’ü Yahudi komşu istemiyor” başlığı ile duyuran İsrail’de yayınlanan Haaretz gazetesi, Türklerin “Genel olarak farklı yaşam tarzlarına düşük toleransı olduğunu gösterdiğini” belirterek, araştırmayı yapan ekibin başındaki Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in “Türkiye’de İsrail karşıtı hissiyatının yükselişte olduğu” analizine yer verdi. Gazete haberinde “Araştırmaya göre, İsrail en az popüler ülke. Onun ardından Ermenistan ve ABD var. İsrail ayrıca, dünyanın sorunlarından en çok sorumlu tutulan ülkedir. Ondan sonra ABD ve AB politikaları geliyor.” yorumunu yaptı. [8]

Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Demokrasi ve İnsan Hakları için Avrupa Aracı programı tarafından desteklenen ve Beyoğlu Musevi Hahamhane Vakfı tarafından Türkiye halkının farklı kimliklere ve özellikle Yahudilere bakış açısını saptamak için 18 Mayıs-18 Haziran 2009 arasında Frekans Araştırma Şirketi’ne yaptırılan bir başka araştırma da Türkiye’de farklı olanlara hoşgörüsüzlüğü gözler önüne serdi. Türkiye genelinde 1,108 kişiyle telefonla görüşülerek yapılan bu araştırmada da, deneklerin %48’inin Yahudi, %47’sinin Ermeni, %46’sinin Rum, %39’unun ateist, %35’in Hıristiyan, %20’sinin Kürt ve %14’ünün Alevi komşu istemediği saptandı. Kendilerini “Müslüman” olarak tanımlayanlar, %61 ile en fazla Yahudi komşu istemeyen grubu oluştururken; kendilerini “yüksek derece dindar” olarak tanımlayanların da %56’sı aynı görüşteydi. Kendini “ülkücü/milliyetçi” olarak tanımlayanlarda ise bu oran %48’de kaldı. [9]

Deneklerin %65’i İsrail-Filistin çatışmasının tüm Yahudilere ve %51’i de Türkiyeli Yahudilere bakışlarını olumsuz etkilediğini belirtti. Ankete katılanların %68’i “İsrail politikalarından sadece İsrail devleti sorumludur” derken, %20’si “tüm Yahudileri,” %14’ü ise“Türkiye'deki Yahudileri” İsrail politikalarından sorumlu tutmaktaydı.

Azınlıklar hakkında 3 alanda 0 ile 10 arası puan verilmesi istendiğinde, Yahudilerin güvenilirlikleri için 3.6, çalışkanlıkları için 6.8, insana verdikleri değer için de 4.7 puanlık bir ortalama çıktı. Müslümanlar için ise bu oranlar sırasıyla 7.5, 6.7 ve 7.6. “Sizce Yahudiler Türkiye Cumhuriyeti’ne kendilerini ne kadar bağlı hissediyorlar?” sorusuna da ankete katılanların sadece %15’i “bağlı”, %48’i “bağlı değil” yanıtı verdi. Ankete katılanların çoğunluğu, azınlıkların Milli İstihbarat Teşkilatı (%57), ordu (%55), yargı (%55) ve Emniyet teşkilatında (%55) çalışmasından ve siyasi partilerde üst mevki sahibi olmasından (%51) rahatsız olacağını ifade etti. [9]

Ortaya çıkan çarpıcı tablo bu. Bilimsel genellenebilirlik açısından, bu tablonun büyük oranda Türkiye halkını yansıttığı söylenebilir. Hasan Bülent Kahraman, 30 Eylül 2009’da Sabah gazetesindeki köşesinde, gelinen nokta hakkında şu yorumu yapıyordu:
“Büyük “Osmanlı” ve meşhur “tolerans” geleneğinden geldiği söylenen bir toplumun neredeyse her iki kişisinden birisi Yahudilerle komşuluk istemiyor. En çok %61 Müslümanlar istemiyor bunu. Onu “yüksek dindarlık” izliyor. Demektir ki, Müslüman çoğunluğun ezici bir kesimi bu isteksizliğe sahip. MHP'li isteksizlerin oranı %47. […] Yahudilere dönük bu olumsuz yargılar doğrudan iç toplumsal dinamiklerden türeyip gene onlardan mı besleniyor, yoksa İsrail devletinin uyguladığı politikaların bununla bir ilişkisi var mı? “İsrail hükümetinin politikaları çatışma ortamını daha da körüklüyor” diyenlerin oranı %80. Buna mukabil “Filistin hükümet politikaları çatışma ortamı üstünde etkili” diye düşünenlerin oranıysa %65. Bir kere bu son derecede çarpıcı bir gösterge. Buna karşılık “İsrail-Filistin çatışması benim dünyada yaşayan Yahudilere bakışımı oldukça olumsuz etkiledi” diyenler %25, “olumsuz etkiledi” diyenler %40. İkisi alt alta müthiş bir sonuç üretiyor. Öte yandan, “Türkiye’de yaşayan Yahudilere bakışımı oldukça olumsuz etkiledi” diyenler %20, “olumsuz etkiledi” diyenler %32. Bu da gene öyle yabana atılmayacak bir sonuç.” [10]
Yalçın Küçük tarafından "Sabetayist" ilan edilen Ertuğrul Özkök, İslamcıların "Yahudi kontrolünde" olmakla suçladığı Hürriyet'te, Kahraman'ın yazısının başlığında kullandığı "Yahudileri nasıl biliriz?" sorusuna da belki de yıllar öncesinden cevap veriyordu:
"Farkında mısınız, Yalçın Küçük çoğumuzu "savunma duygusuna" itiyor. Çoğumuzu "Ben Sabetayist değilim" demek zorunda bırakıyor. Tabii hepimiz biliyoruz ki, bu şifrenin gerçek anlamı şudur: "Hayır, ben Yahudi değilim." [...] Korktuğumuz şey nedir? Hadi gelin cesaretle bunun adını da koyalım. "Yahudi" olarak damgalanma korkusu." [11]
O zaman, belki de, baskı altında oldukları ülkelerde —ki Sinagoglar bombalanıyorsa, Hrant Dink Ermeni olduğu için hedef seçilerek öldürülüyorsa, Haliç’ten haç çıkarma töreni sebebiyle topu topu 2,000 kişi kalmış Rum azınlık, kızgın kalabalıklar tarafından tehditkar gösterilere maruz bırakılıyorsa, baskının mevcudiyeti ortadadır— azınlıkların kendilerini “rehine” olarak hissetmeleri, cemaat üyelerini saldırılardan koruma içgüdüsüyle “etliye sütlüye fazla karışmamaları” insani bir olgudur. Belki de, çoğunluğa ait bireylerin kolayca kavrayamayacağı “ürkek bir güvercin sürüsünün” ruh haliydi bu. Rıfat N. Bali, Sinagog saldırılarının ardından bu ruh halini şöyle tespit ediyordu:
“Türk Yahudi Cemaati sözcülerinin […] âdeta sürekli çiğnenmekten tadını kaybederek yavan bir sakız haline dönüşmüş “bizler 500 yıldır buradayız, bir yere gitmiyoruz, Türk’üz. […] Antisemitizm mevcut değildir.” sözlerini devamlı tekrarlamaları ise […] kendisini hep kuşatma altında hisseden, savunmaya çekilmiş, siyasal ve kamusal alandan dışlandığı için tam anlamıyla yerlileşememiş küçük bir azınlık toplumuna egemen olan biçarelik ve korku duygusunun en veciz şekilde ifadesiydi. Hahambaşı’nın hastanelerde yatan yaralıları bile ziyaret etmeyerek toplumdan kendisini tecrit etmesi, buna karşın popüler milliyetçilikle renklendirilmiş, “AB’ni tenkit etme” gibi motifler içeren demeçler vermeyi tercih etmesi ise, tüm gayretlerine rağmen hiçbir zaman “yurttaş” olarak kabul edilmeyeceğini idrak eden, bu nedenle de zımmiliği içselleştiren bir toplumun ruh halinin dile gelmesiydi. Bu içler acısı, evlere şenlik manzara Türk Yahudi Cemaati’nin karşı karşıya kaldığı durumu en iyi şekilde resmetmektedir.” [12] 

Bu yazı dizisinin diğer makaleleri:

Hakkımız olmayan tek şey unutmaktır… 22 Aralık 2009 Salı http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/hakkmz-olmayan-tek-sey-unutmaktr.html

Allah Aşkına, Nedir Bu Antisemitizm, Bilen Var mı? 25 Aralık 2009 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/allah-askna-nedir-bu-antisemitizm-bilen.html

Büyüklere Masallar: Türkiye’de Antisemitizm Yoktur 01 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/buyuklere-masallar-turkiyede.html

Kırılma Noktası 1: Sol Liberal-İslami İttifak 08 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/krlma-noktas-1-sol-liberal-islami.html

"Salkım Hanım'ın Taneleri" mi, "Yahudi'nin Adı Yok" mu? 18 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/salkm-hanmn-taneleri-mi-yahudinin-ad.html

Antisemitizm korkusu, İsrail’in eleştirilmesine engel mi? 29 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/antisemitizm-korkusu-israilin.html

Kırılma Noktası 2: Dökme Kurşun Harekatı 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/krlma-noktas-2-dokme-kursun-harekat.html

Mazluma da Zalime de (Şahide de) Kimlik Sormamak 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/mazluma-da-zalime-de-sahide-de-kimlik.html


Kaynakça
  1. Sevimay, Devrim. Anayasa ve demokrasi yeter bize. Milliyet. 2 Şubat 2009. http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1054326,
  2. Seufert, Günter. Türk Gençleri Arasında Din ve Milliyetçilik. Konrad Adenauer Vakfı. 2000. http://www.konrad.org.tr/index.php?id=485. [Araştırmanın sonuç raporu için: http://www.konrad.org.tr/index.php?id=141]
  3. Gümüş, Adnan. Yahudi ve Ermeni düşmanlığı. Radikal İki. 30 Kasım 2003. http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=2795
  4. Dağı, İhsan D.; Toprak, Metin. Dış politika ve Kamuoyu. Radikal, 1 Aralık 2003. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=97302
  5. Barlas, Mehmet. Seçmen sağa kayarken, ‘sol’da faşizme mi kaydı? Sabah. 1 Nisan 2004. http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/barlas/2004/04/01/Secmen_saga_kayarkensol_da_fasizme_mi_kaydi
  6. 2008 Survey: Pew Global Attitudes Project. Pew Research Center. 17 Eylül 2008. http://pewglobal.org/reports/pdf/262.pdf
  7. Grim, Brian J.; Wike, Richard. Turkey and Its (Many) Discontents. Pew Research Center. 25 Ekim 2007. http://pewresearch.org/pubs/623/turkey
  8. % 64: Yahudi komşu istemiyoruz. Şalom. 3 Haziran 2009. http://www.salom.com.tr/news/detail.aspx?id=12023
  9. Farklılıklar zenginliğimiz değil korkumuz olmuş. Radikal. 30 Eylül 2009. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=956892&Date=30.09.2009&CategoryID=97
  10. Kahraman, Hasan Bülent. Yahudileri nasıl biliriz? Sabah. 30 Eylül 2009. http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/kahraman/2009/09/30/yahudileri_nasil_biliriz
  11. Özkök, Ertuğrul. Evet ben bir Sabetayistim. Hürriyet. 8 Haziran 2005. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=325593&yazarid=10
  12. Bali, Rıfat N. "Anne, baba susmayın, peri masallarını anlatmaya devam edin…" Birikim. Sayı: 177, Ocak 2004. http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/anne_baba_susmayin.pdf

18 Ocak 2010 Pazartesi

"Salkım Hanım'ın Taneleri" mi, "Yahudi'nin Adı Yok" mu

“Ermeni senaristin, anlaşılır nedenlerle romanın Musevi kahramanlarını Ermeni vatandaşına dönüştürmesi, senaristin kendi tasarrufu olması nedeniyle bizi ilgilendirmemek ile beraber, [filmde] Yahudilerden hiç bahsedilmemiş olmasının yorumunu, senarist hariç herkese bırakıyorum!..”
—Şalom gazetesi yazarı Ivo Molinas, 1 Aralık 1999

Sol liberaller için İttihat ve Terakki Cemiyeti ve onun uzantısı Kemalist rejimin insanlık suçu; ittifakın İslamcı kanadı içinse ülkeyi yöneten "Yahudi, Dönme ve Masonların" başka bir zulmü olarak tanımlanan 1915 kırımının gerçekliği ve maksatlılığının algılanma sürecinde, ittifak farklı gerekçelerle de olsa, Ermenileri ortak bir hassasiyet noktası olarak tanımladı.

Buna karşın, İslamcılara göre Yahudiler, "Allah düşmanı, peygamber katili, günahkar, lanetli ve kan emici" bir güruhtu ve II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden bu yana ülkeyi yönetmekteydi. 20. yüzyılda Yahudilerin biri İsrail, diğeri Türkiye olmak üzere iki ülke kurdukları inancı ve iddiası İslamcı kesimde olukça yaygındı. [1, 2]

Sol liberal çevrelerin ideolojik geri planlarında da "Burjuva Emperyalist Yahudi" ve "Kemalist rejimin işbirlikçisi Yahudi" imgeleri mevcuttu ve ezen-ezilen paradigması içinde Yahudi bir "ezen" olarak algılanıyordu. Ermeni soykırımı konusunda Türkiye Yahudilerinin Kemalist rejim adına uluslararası lobi yapması da başka bir husumet noktasıydı. Üstelik, İslami kesimle diyalog ve işbirliği kanallarının açık tutulabilmesi için, Yahudileri ve antisemitizmi yok saymayı tercih etti. Böylece ittifak, ortak bir körlük noktası olarak Yahudileri/antisemitizmi tanımlamış oldu. Örneğin, bir sosyoloji profesörünün, Kavgam'ın best seller olması üzerine aşağıdaki baştan aşağı antisemit "yorumu" bile ses getirmiyordu:
"ABD-İngiltere-İsrail üçgenli dünyaya şekil verme isteği insanlığı rahatsız ediyor. İsrail'in resmen dile getirdiği 'arzı mevud' yani Fırat ve Dicle nehirlerinin bulunduğu alanları içine alan "vaat edilmiş" topraklara ulaşma isteği kırılma noktalarının en önemlilerinden. Özellikle İsrail'in politikaları ve hedefleri büyük tepki çekiyor. Doğal olarak da insanlar Hitler'in 'Yahudi düşmanlığını' merak ederek, onun ne yaptığını ve neler yapmak istediğini öğrenmeye çalışıyorlar." [3]
Yazar-çizer aydın çevrelerin “Kemalist rejimin işbirlikçisi” Yahudileri yok sayması gerçeği ile Türkiye Yahudi Cemaatinin “örnek vatandaş olma” kaygısı, popüler platformda “Salkım Hanım’ın Taneleri” adlı filmde nesnelleşti. Derin Devlet ve onun uzantıları kendi ideolojileri ve amaçları doğrultusunda topluma 2000’li yıllarda “Kurtlar Vadisi” dizileri ve filmlerini servis ederken, “alternatif tarih” yazıcıları da 1996 sonrası geliştirmeye başladıkları Makyavelist bir yaklaşımla “Salkım Hanım’ın Taneleri” filmini vizyona sokacaklardı. Sonuçta Kurtlar Vadisi de, Salkım Hanım’ın Taneleri de roman kurgusunda olduklarından dolayı tarihi “aynen” yansıtmak zorunda değillerdi; ancak senaristlerin, “revize ettikleri” tarih konusunda toplumun algısının nasıl olacağını öngörmemiş olmaları da mümkün değildi.

Senaristliğini Etyen Mahçupyan’ın, danışmanlığını Murat Belge’nin yaptığı ve Yılmaz Karakoyunlu’nun aynı adlı romanından uyarlanan, “Salkım Hanım’ın Taneleri”, Kasım 1999’da ülke genelinde gösterime girdi. Film, Varlık Vergisi’nin kamuoyunda ilk kez yoğun bir şekilde tartışılmasını sağladı. Ancak zamanın İstanbul defterdarı Faik Ökte de anılarında Aşkale’ye giden ilk kafilenin 24 Yahudi, 11 Rum ve 10 Ermeni’den oluştuğunu yazsa da; [4] filmde Yahudi olarak sadece Moiz vardı ve hiç Rum yoktu. Ana karakterlerden Nora ve Lui, romanda Yahudi olmalarına karşın, filmde Nora ve Levon adlarıyla Ermeni olmuşlardı! İşin ilginci, Yahudiler filmde bu denli “silik”ken bile, “Musevi Cemaati'nin ekranlara yansıyan Cumhuriyet öfkesinin yersiz olduğu” diye başlayan cümlelerle eleştirilmekteydi. [5] Filmde bir gariplik olduğunu fark eden Mustafa Armağan, Zaman gazetesinde şöyle yazacaktı:
“[Filmde] Varlık Vergisi Kanunu'nun azınlık mensuplarını, öncelikle Ermeni (ve Dönme) vatandaşları nasıl perişan ettiği vurgulanıyor. [...] Dikkat ettim, neredeyse Yahudiler hiç devrede yoktu. Oysa biliyoruz ki, Varlık Vergisi mağdurları arasında Yahudi tüccarlar daha fazla göze çarpıyordu.” [6]
Yahudi karakterleri “revize eden” Mahçupyan ise, Cumhuriyet Dergi’ye verdiği söyleşide, “Romanda Nora zaten Nora idi, Lui, Levon oldu. Hatta, ben istiyordum ki ortak isimler olsun. Sayıları ne olursa olsun, üç cemaatin yaşadığı yazgı hep aynıydı çünkü.” diyerek, bu “küçük” değişiklikte herhangi bir art niyet aranmaması gerektiğini savunuyordu. [7] Değişiklik, sol ve liberal yazarlar arasında tepkiye yol açmıyor, hatta “tahrifatın müsebbibi” olarak “işbirlikçi” Yahudi Cemaati gösteriliyordu:
“Günümüzde ise azınlıklara ayrımcı muamele denince ilk akla gelen Ermenilerdir. [...] Ayrıca 500. yıl etkinliklerinde çok açık görüldüğü gibi Yahudi cemaatinde ana eğilim, resmi tarihlerini “500 yıllık Türk misafirperverliğine” dayandırmak ve Cumhuriyet döneminde azınlık karşıtı politikalardan mağdur olduklarını gizlemek yönündedir. Ermeni cemaatinin önemli bir kesiminin ise bu tarihi gerçeklerin açığa çıkarılmasından rahatsızlık duymadığı, hatta kendi yayınlarında da bu sorunları işlediği açıktır. Yani Lui'nin Levon olması için ortada bir consensus vardır.” [8]
Doç. Dr. Ayhan Aktar, Radikal 2’de yayınlanan bir yazısında, romandaki Lui’nin, filmde neden Ermeni Levon yapıldığını sordu; Mahçupyan’ın yanıtı “O zaman sinagogda ve mezarlıkta çekim yapılması gerekiyordu. Karakoyunlu'nun kitabında da karakter Yahudi'ydi ve neredeyse o karakter son haftaya kadar öyle kaldı. Sahneleri buna göre yazdık. Ama bütün uğraşlara rağmen izinler alınamadı. Araya İshak Alaton'u bile soktuk. O da ikna edemedi..” [9] oldu. Talin Suciyan ise, Agos gazetesinde lafı evirip çevirmeden, “Ermeni cemaatinin diğer konulardaki [cemaat mekanlarının kullandırılması, mali destek, vb.] katkısı açıktı. Tam a bu katkı dolayısıyla Lui Levon olmuştu.” diye yazıyordu. [10] Murat Belge ise, olaya şöyle yaklaşıyordu:
“Bugün İshak Alaton Yahudi cemaatinin bu filmle ilgili herhangi bir rol oynamaktan titizlikle kaçındığını açıkladı. Ben de söyleyeyim: bunun böyle olduğunu ben de izledim o günlerde (izlemeden önce de böyle olacağını tahmin ediyordum). Yahudi tiplerden Ermeni tiplere dönüşün tamamen bu nedenle verildiğini biliyorum. Buna itiraz etme hakkına sahip dünyada tek bir kişi var: romanın yazarı! [...] Ondan başkasının bu değişikliğe itiraz etmeye hakkı yok. [...] Varlık vergisi Ermenilere çıkartılmadı mı? Aşkale'ye Ermeniler sürülmedi mi? Varlık vergisi üstüne bir filmde, bu zulme uğrayanların Ermeni veya Yahudi veya Rum olması neyi değiştiriyor, neyi 'tahrif' ediyor? [...] Karakoyunlu kendisi böyle yazmış olamaz mıydı? Onun Nora'sı da bir Ermeni olamaz mıydı?” [11]
Türkiye Musevi Cemaati Hahambaşılığı 3 Aralık 2001’de, kendilerine yazılı bir başvurunun yapılmadığını, üstelik bir sinagogu veya bir Yahudi mezarlığını stüdyoda canlandırmanın hiç zor olmadığını açıklıyordu. [12] İşin tuhafı, 48. sayfadaki “Üç gündür Şişhane Sinagogu'nun bodrumunda gizlenen bu eski İttihatçı yakını Musevi genç açlıktan ölmek üzereydi.” cümlesi dışında, romanda Sinagog yoktu. Kitabın 63. sayfasındaki anlatıma göre “Bayan Nora'yı, Ortodoks merasimiyle gömdüler. Her şey aceleye geldi. Musa'nın kollarına atılmak isteyen inançlı Yahudi kızı, İsa’nın ellerine teslim edildi.” Ayhan Aktar’a göre “Eğer Nora'nın cenazesi romana uygun olarak filme çekilmek isteniyorsa, izin için Yahudi cemaatine değil, Rum cemaatine başvurulması” gerekiyordu. Murat Belge, 9 Aralık 2001’de yayınlanan yazısında, Hahambaşılığa tanıdıklar aracılığıyla sözel başvurulduğunu anlatıyordu:
“Facianın doruk noktası Yahudi cemaatinin işin içine karışma biçimiydi. 'Bizden böyle bir talepte bulunulmadı' sözünün Hahambaşılık'tan kopartılmasıydı.[…] Hahambaşılık makamının böyle davranıyor olması (yani, önce “şifahi” görüşmelerde alınan “biz buna bulaşmayız” tavrıyla ve sonunda da “bizden izin istenmedi” tavrıyla) acep nasıl bir ruh halinin ürünüdür, sorusunu soran olmadı. Bu tavrı belirleyen korunma içgüdüsü acaba nereden türemiştir? Yahudiliğin evrensel bir özelliği midir, yoksa Türkiye'de Yahudi olmanın da bunda bir payı var mıdır?” [13]
Ermenilerin, Türklerin, Rumların veya Zimbabwelilerin olmadığı gibi; Yahudilerin de böyle bir evrensel özelliği tabi ki yoktu; ancak antisemit bir söylem olarak “korkak Yahudi” tiplemesi vardı. Belge’nin filmi savunma içgüdüsü ve Hahambaşılığın açıklamasına kızgınlığı, talihsiz bir göndermeye sebep olmuş, kaş yapma telaşıyla göz çıkarılmıştı.

Varlık vergisinden en çok zarar gören Yahudi Cemaatinin önderleri, “İnönü sayesinde Naziler Türkiye'ye saldırmadı, canımız kurtuldu. Avrupa’daki kardeşlerimiz soykırıma uğrarlarken kurtulan canlarımızın yanında kaybettiğimiz servetin lafı mı olur?” türünden yaklaşımlarla, uygulamayı “unutulması gereken” bir dönem kabul etmişlerdi. “Örnek vatandaş olma” çabası ve korunma refleksiyle filme de destek olmamışlardı. Roni Margulies, 28 Nisan 2007’de Hürriyet’te yayınlanan söyleşisinde, Ayşe Arman’ın “Nedir bugünkü Yahudi cemaatinin kaygısı?” sorusuna şöyle cevap vermektedir:
“Fazla görünür olmamak, göze batmamak. "Ses çıkarmaz, dikkat çekmezsek, kimse bize dokunmaz" gibi bir kaygı. Varlık Vergisi'ni, 6-7 Eylül olaylarını yaşamış insanlar için anlaşılır bir kaygı.” [14]
Ancak Doç. Dr. Taner Akçam’ın tespit ettiği gibi, Türkiye değişmekteydi ve bu değişimin popüler kültüre de yansıması kaçınılmazdı:
“Cumhuriyetin son tabu bölgesi aralanıyor. Tarihi bir süreç bu. Ne küfürle, ne tehditle, ne şantajla bu işin önüne geçilemez. Nedeni çok basit. Türkiye Cumhuriyeti 5 büyük tabu üzerine kurulmuştu: 1. Türkiye’de sınıflar yoktur, hepimiz kaynaşmış bir kitleyiz; 2. Türkiye’de Kürt Yoktur, hepsi dağda gezen Türklerdir; 3. Batıcı ve laik bir toplumuz, İslami kültürün varlığı söz konusu değildir; 4. Ermeni Soykırımı olmamıştır. Silahlı Kuvvetler bu 4 tabu üzerine kurulmuş devleti korumak ve kollamakla görevli idi. Onun rejim üzerindeki etkisi hakkında konuşmak da yasaktı ve bu 5. tabu idi.” [15]

1990’lı yıllardan başlayarak liberal, sol liberal, sol ve İslamcı liberal kesimin resmi tarihi eleştirmek, “mazlumdan yana olmak” ve “tehcir / soykırımdan utanç duymak” çizgisinde ortak bir hareket ve söylem geliştirilmesi; Ermeni Cemaatinin aydınlarının ve onlarla yakın ilişkileri olan İslamcı, liberal, sol liberal yazarların medyada giderek artan ağırlıkları ve Yahudi Cemaatinin Varlık Vergisi karşısında sergilediği suskunluk sayesinde; toplumda “Bu vergi asıl Ermenileri ezmek için çıkarıldı.” kanısı uyandı. Nihayetinde, “resmi tarih” devlet erkini elinde tutanlarca; “alternatif tarih” ise sol liberal-İslami ittifak tarafından yazılıyordu.


Bu yazı dizisinin diğer makaleleri:

Hakkımız olmayan tek şey unutmaktır… 22 Aralık 2009 Salı http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/hakkmz-olmayan-tek-sey-unutmaktr.html

Allah Aşkına, Nedir Bu Antisemitizm, Bilen Var mı? 25 Aralık 2009 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/allah-askna-nedir-bu-antisemitizm-bilen.html

Büyüklere Masallar: Türkiye’de Antisemitizm Yoktur 01 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/buyuklere-masallar-turkiyede.html

Kırılma Noktası 1: Sol Liberal-İslami İttifak 08 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/krlma-noktas-1-sol-liberal-islami.html

Bilimin Yüzümüze Tuttuğu Ayna 25 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/bilimin-yuzumuze-tuttugu-ayna.html

Antisemitizm korkusu, İsrail’in eleştirilmesine engel mi? 29 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/antisemitizm-korkusu-israilin.html

Kırılma Noktası 2: Dökme Kurşun Harekatı 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/krlma-noktas-2-dokme-kursun-harekat.html

Mazluma da Zalime de (Şahide de) Kimlik Sormamak 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/mazluma-da-zalime-de-sahide-de-kimlik.html


Kaynakça
  1. Tenekeci, İbrahim. Bir derdim var, bin dermana değişmem. Millî Gazete. 9 Ocak 2009.
  2. Türkiye liderliğinde Osmanlı'nın 10 katı büyüklüğünde yeni bir dünya kuruluyor. El Aziz. 4 Aralık 2009.
  3. Erkal¸ Prof. Dr. Mustafa. Hitler'i okumak tepki ifadesi. [In: Rençberler, Yavuz; Bozkan, İhsan. "Kavgam" best seller oldu. Akşam. 27 Şubat 2005]
  4. Faik Ökte, Varlık Vergisi Faciası. İstanbul: Nebioğlu Yayınevi. 248 sayfa, 1951.
  5. Mercan, Faruk. 100 bin Yahudi kurtardık. Aksiyon. 262:22-23, 11-17 Aralık 1999.
  6. Armağan, Mustafa. Salkım Hanım'ın Taneleri ve Varlık Vergisi. Zaman, 19 Kasım 1999.
  7. Çalışlar, İpek. Salkım Hanım’la Yüzleşme. Cumhuriyet Dergi, 718:8-9, 26 Aralık 1999.
  8. Köker, Osman. Aşkale'ye Gidenler-Gitmeyenler. Toplumsal Tarih. 72:58-60, Aralık 1999.
  9. Özcan, Perihan. Etyen Mahçupyan'a göre Azınlıklara Yönelik Devlet Politikası Değişmedi: 6-7 Eylül Hâlâ Devam Ediyor. Yeni Aktüel. Sayı 165. http://www.yeniaktuel.com.tr/top106,165@2100.html
  10. Suciyan, Talin. Salkım Hanımın Taneleri. Agos, 4 Şubat 2000.
  11. Belge, Murat. Gene Aynı Şey. Radikal. 8 Aralık 2001. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=23215
  12. Film çekimi için başvuru olmadı.” Radikal. 4 Aralık 2001. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=617775&Date=4.12.2001&CategoryID=97
  13. Belge, Murat. Nasıl bir Toplum? Radikal. 9 Aralık 2001. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=23282
  14. Arman, Ayşe. Bugün Pazar Yahudiler Azar. Hürriyet. 28 Nisan 2007. http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6412949&yazarid=12
  15. Akçam, Taner. Ermeni tabusu ve Mustafa Kemal. Yeni Binyıl [Pazar eki], 8 Ekim 2000.

8 Ocak 2010 Cuma

Kırılma Noktası 1: Sol Liberal-İslami İttifak

“Biliyor musunuz, insan aynı yolda yan yana, elele mücadele verdikçe, hiç farkına varmadan yok oluyor korkularının, kuşkularının birçoğu, O'nun pek de “Başka” olmadığını, aynen bizim gibi iki kolu, iki bacağı olduğunu, aynen bizim gibi korkuları, kuşkuları, sevinçleri, dertleri, üzüntüleri olduğunu -çok ayıp ama yeniden- keşfediyorsunuz. Şimdi de bu noktadayız işte. Sivil toplumun ortak paydalarını arayan çalışmada gene yan yanayız. Birbirimizin ne yazdığını okumadan yazacağız, bir başka kişi yanyana getirecek bakacak, acaba ikimizin düşüncelerinin ortak paydası var mı, varsa ne kadar, nereye kadar? Bu sorunun yanıtını ben de merak ediyorum doğrusu.”

—Ortak Payda Yeşil-Kırmızı Kırmızı-Yeşil Denemeler kitabının arka kapağından
Şanar Yurdatapan ve Abdurrahman Dilipak (2004) [1]
3 Kasım 1996 günü meydana gelen Susurluk kazası ile Derin Devlet içindeki siyasetçi, ülkücü mafya ve Emniyet ilişkileri inkar edilemeyecek biçimde ortalığa saçıldı; hemen ardından da DYP-Refah Partisi koalisyon (Refahyol) hükümeti, demokrasi dışı güçler tarafından 28 Şubat 1997 tarihli MGK Kararları sonucu gerçekleştirilen bir “post-modern darbe” ile 18 Haziran 1997 tarihinde istifa etmek zorunda bırakıldı. Bu süreçte, ordu içinde İslami kesimi izlemek ve fişlemek amacıyla kurulmuş olan Batı Çalışma Grubu deşifre edildi, ardından Anayasa Mahkemesi, 16 Ocak 1998’de Refah Partisi’ni kapattı ve Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ı siyasetten menetti. Refah partisin kapatılması, politik İslamcı çizgide bir özeleştiri süreci ve kırılma noktası yarattı. Bu dönemde türban konusundaki çatışmanın da şiddetlenmesi sonucunda, Ordu ve Kemalist elitler ile İslâmcı, liberal ve sol-liberal kesimler ilk kez bu denli saflaşmış halde karşı karşıya geldiler. Ülkücülerden farklı olarak, İslamcı militanların 16 Şubat 1969 günü 6. Filoyu protesto yürüyüşü sırasında solculara saldırması dışında, bu kesimler arasında kanlı bir tarih de yoktu. O sebeple, sol liberallerin yaşanan bu süreci Kemalist ideolojinin ve onun dayandığı askeri vesayet rejiminin demokratikleşme sürecine vurduğu yeni bir sekte olduğu tespitinden hareketle; İslami kesimi de, tıpkı sosyalistler, Kürtler ve azınlıklar gibi rejimin ezilenleri arasında tanımlaması zor olmadı.

Böylece, sol-liberal ve İslami kesimlerin entelektüel kanaat liderleri arasında pragmatik bir diyalog başlatılabildi ve bu diyalog kısa zamanda dayanışma ve işbirliğine dönüştü. Sol liberal Sivil Toplum Örgütleri ve kanaat önderleri, Susurluk skandalı ve 28 Şubat “post-modern darbesi” sonrasında, İslami Sivil Toplum Örgütleri ve kanaat önderleri ile ortak eylemlere katıldılar, bildirilere imza attılar. Toplumdaki diğer liberal unsurlar da, cephelerin giderek daha net çizgilerle saflaşması sonucu, sol liberallere yaklaştılar. Bu dayanışmanın ilkeleri arasında, Kemalist ideolojiyi, Derin Devleti ve resmi tarihi deşifre etme; “asker-millet” doktrinini ve ordu vesayetini reddetme; Fransız laisizmine karşı çıkma; insan hak ve özgürlükleri cephesini genişletme ve farklılıkları koruyarak bir arada kültürü yaratma bulunuyordu. 1991 yılında Türkiyeli Müslümanlar Platformu’nun, 1999 yılında Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği’nin, 2002’de Filistin Dostları Girişimi’nin ve Kudüs dergisinin kuruluşuna öncülük eden Hamza Türkmen de, Haksöz dergisinin 2003 Nisan sayısında yer alan yazısında, bu işbirliği ve dayanışmanın, İslami ve sol liberal kesimlerin Kemalist rejiminin ömrünü doldurduğu konusundaki mutabakatları olduğunu tespit etmekteydi:
“Tüm farklılıklara rağmen “sol kesim” de “Müslüman kesim” de insanı ve toplumu dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Bu iki kesim arasında olabilecek yakınlaşmaların ortak dili, öncelikle topluma yönelen dayatmalar ve zulüm karşısında oluşturulabilir ve bir dayanışmaya dönüşebilir. Daha açıkça ifade edecek olursak, her iki kesim arasındaki dayanışmanın ortak paydası, öncelikle emperyalizme ve emperyalist yapılanmanın uzantısı olan resmi ideolojiye karşı duruşta kendini gösterebilir. Türkiye’de mevcut resmi ideolojinin sol ve sağ yorumlarından kopamamış bir solculuğun da bir İslamcılığın da, hem düzene ve emperyalizme karşı günü birlik çıkarlar dışında karşı çıkması hem vesayet altından kurtulabilmiş özgün ve erdemli muhalif bir ittifak çizgisini gerçekleştirebilmesi mümkün değildir. […] Ayrıca resmi ideolojinin kimlik dayatmalarına ve emperyalist yapısına karşı çıkmak erdemliliğin ve dayanışmanın ortak zemini olacak ise, mevcut sistemin bir kurtuluş savaşı ile kurulduğu efsanesini ve icat edilen Türk ulus kurgusunun kimin senaryosu olduğunu da yönlendirilmiş söylemlerden arınarak konuşabilmeliyiz. “ [2]
Recep Tayyip Erdoğan’ın “Halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle hapse mahkum edilmesi ve 26 Mart – 24 Temmuz 1999 arasında hapiste kalması; ardından AKP’nin iktidara gelmesi ve hükümetin Avrupa Birliği üyeliği sürecinde bir dizi yasal düzenlemeler yapması sürecinde, Ordu-Kemalist ittifakıyla sol liberal-İslami ittifak arasındaki uçurum daha da derinleşti. Bu saflaşmada, CHP, MHP ve İP de ulusalcı kampa katıldılar. Ulusalcı kampın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini bir Anayasa Mahkemesi darbesiyle önleme girişimleri bozguna uğradı. Bu dönemde Derin Devletin darbe planlarının deşifre edilmesi sonucu Ulusalcı kampın önemli isimlerinin bir kısmına karşı açılan Ergenekon Davası, iki ittifak arasındaki ideolojik saflaşmayı iyice keskinleştirdi. Ülkücüler, Milli Demokratik Devrimciler ve Kemalistler pek çok alanda ortak hareket ederlerken; liberaller ve sol liberaller İslami medyada giderek daha fazla yer almaya, İslami yazarlarla ortak kitaplar çıkarmaya başladılar.

Örneğin, Şahin Alpay, Nuriye Akman ve Etyen Mahçupyan Zaman’da, Ali Bayramoğlu, Kürşat Bumin ve Koray Düzgören Yeni Şafak’ta, Mehmet Barlas kısa bir dönem Zaman’da, sonra Yeni Şafak’ta, Gülay Göktürk Dünden Bugüne Tercüman’da köşe yazıları yazdılar. Ataol Behramoğlu, Etyen Mahçupyan, Taha Akyol, Abdurrahman Dilipak ve Işıl AlatlıDemokrasi, Batılılaşma, Laiklik, Devlet, Yeni Dünya Düzeni” (1996) [3]; Murat Belge, Doğu Perinçek ve Abdurrahman Dilipakİslamiyet ve Barış Tartışması” (1997) [4]; Şanar Yurdatapan ve Abdurrahman DilipakKırmızı Yeşil Anılar / Yeşil Kırmızı Anılar” (2003) [5] ve “Ortak Payda Yeşil-Kırmızı Kırmızı-Yeşil Denemeler” (2004) [6] adlı ortak kitaplara imza attılar. Televizyondan örnek vermek gerekirse; Cüneyt Ülsever, önce Samanyolu TV’de, sonra Kanal 7’ye programlar hazırladı; Fehmi Koru, İlnur Çevik, Cengiz Çandar ve Ali Bayramoğlu Kanal 7 için “Başkent Kulisi”; Ali Bulaç, Etyen Mahçupyan ve Kürşat Bumin Samanyolu TV’de “Düşünce Ekseni”; Ayşe Önal ve Mahmut Aydoğan Kanal 7 için “Türkiye’yi Konuşmak”; Mehmet Altan, Eser Karakaş ve Şahin Alpay Mehtap TV’de “Akıl Defteri” adlı programları hazırladılar. Sonuçta, iki kesim arasında 1990’lı yıllarda Birikim dergisi çevresinde gelişen deneyimden hareketle, ortak bir platform olarak Taraf gazetesi çıktı. 2000’li yılların ikinci yarısında, sosyalistlerin de bir kısmı da Taraf gazetesi çerçevesinde bu ittifaka dahil oldu.

Ancak bu ittifakın töre cinayetleri, kadın-erkek eşitliği, eşcinseller, toplumsal yaşam ve ahlak, Yahudiler ve Müslüman eylemcilerce gerçekleştirilen terör eylemlerine bakış farklılıklarından kaynaklanan kaçınılmaz çatışma noktaları da vardı. Hamza Türkmen, bu konuda da şunları söyler:
“Sürdürülebilir bir ittifakın taşımaması gereken zaaflar, her iki taraf için de mevcuttur ve bu gizlenebilecek bir konu da değildir. […] Tabii ki tarafların dayandığı doktrin veya bilgi teorisi farklıdır. Birisi vahyin yönlendiriciliğine diğeri maddenin diyalektik gücüne dayanmaktadır. Ve tabii ki ortak düşmana karşı paylaşılacak ittifak çizgisi, bu ittifakın unsurları arasındaki ideolojik farklılığı ve yaşamı anlamlandırma konusundaki tartışmaları yok saymamız anlamına da gelmeyecektir. Ancak bu tartışmaların mutlaka ve öncelikle çatışma getirmesi gerekmiyor. Bu tartışmalara ortak düşman karşısında çözüm arayışı olarak da bakabiliriz.” [2]
Nitekim bu ittifakın ne denli kırılgan olabileceği, geçmişte birlikte televizyon programları da hazırlayan, Yeni Şafak yazarları Cengiz Çandar ve Fehmi Koru arasında yaşananlarla kanıtlanmış oldu. Çandar, Dünya Ticaret Merkezi saldırılarını Müslüman eylemcilerin yaptığını reddeden ve bu saldırıların ardında “Dünya Ticaret Merkezi saldırılarında İsrail'in can kaybı sadece iki kişi, iki kişi de çarpan uçaklarda hayatını kaybetmiş” [7] söylemiyle bir “Yahudi parmağı” arayan Koru’nun bu komplo teorisyeni tavrını eleştirince, oldukça sert bir polemiğin ardından, iki yazar birbirleriyle konuşmayacak noktaya geldiler.

Konumuz olmadığı için, İslami kesimin töre cinayetleri, kadın-erkek eşitliği ve eşcinsellere bakışını birer örnekle geçelim: Rıdvan Kaya da Haksöz dergisinin 2004 Mayıs/Haziran sayısında yayınlanan yazısında töre cinayetlerine şöyle yaklaşıyordu:
“Aile namus ve şerefinin kirlenmesine neden olmakla suçlanan genç kız ve kadınların, ailelerinin kolektif kararıyla ölüme mahkum edilmeleri ve infazın da yine aile mensuplarınca yerine getirilmesi bahsi geçen öldürme olaylarının ortak temasını oluşturmakta. Töre; gayrı meşru cinsel ilişki ile kirletilen namus ve şerefin, suçu işleyenin öldürülmesi yoluyla temizlenmesi şeklinde icra edilmekte. [...] Töre cinayetlerinin medyanın gündeminde ön sıralara taşınması, bekleneceği üzere tepkileri harekete geçirdi. Başta feminist çevreler ve kadın dernekleri olmak üzere, pek çok sivil toplum örgütü ve parti töre cinayetlerini lanetleme yarışına giriştiler ve konunun sıkı bir takipçisi olacaklarını ilan ettiler. [...] Öncelikle ortaya konan tepkilere bakıldığında namus kavramının bütünüyle yok sayıldığı, aşağılandığı ve ilkel ve geri toplumlara has bir takıntı şeklinde algılanıp, sunulmaya çalışıldığı görülüyor. Bu yaklaşım töre cinayetlerine maruz kalan insanların yaşama hakkını savunmak adına toplumsal hayatı ve insan fıtratını ifsad etmektir; insanlığı katletmektir. Töre gereği insan öldürmeye karşı çıkanlar ne yapmak istediklerini açıklığa kavuşturmalı ve mutlaka şu soruya da cevap vermelidirler: “Töre cinayetlerini lanetliyorsunuz; peki, zinaya, evlilik dışı cinsel ilişkiye, ahlaksızlığa ne diyorsunuz?” …” [8]
Bir grup başörtülü öğrencinin herkes için —bu arada eşcinseller için de— insan hak ve özgürlükleri isteyen bir bildiriye imza atması üzerine, Yeni Şafak yazarı Akif Emre, 26 Şubat 2008’de kendisini onları uyarmak zorunda hissediyordu:
“Başörtüsü savunusu üzerinde en son gelinen nokta, yine özgürlükler adına açıklama yapan bir grup başörtülünün eşcinsel haklarını savunmaya kadar varan talepleri, dini kutsallardan bağımsız bireyi kutsayan bir dile sığınmaları ancak İslam’ın Protestanlaşması ile izah edilebilir. Dinin anlaşılmasını dinden bağımsızlaştırarak liberal bireyciliği öne çıkaran bu tutum, birbiriyle çelişen, kendi içinde tutarsızlıklarla dolu “bireysel tercih, kadın kimliği”, üstü örtük “feminizm” söylemlerine kadar savrulmuş durumda.” [9]
Liberal İslamcı kabul edilen sosyolog Ali Bulaç da, 11 Mayıs 2009’da CNN Türk’teki “Reha Muhtar’la Çok Farklı” programında, “eşcinsellere karşı bir nefret ve ayrımcılık da gütmem” dedikten hemen sonra, “eşcinsel = katil” denklemini kuruyordu:
“Mazbut paradigmadan dünyaya bakan insan, cinsel tercihte bulunan insanı eleştirme hakkına sahip. […] Eşcinsellere karşı bir nefret ve ayrımcılık da gütmem. Eşcinsellik geliştikçe insanların kitlesel olarak öldürülmeleri hızlanıyor. Eşcinsellikle sivillerin savaşta katledilmesi arasında bir orantı var. Meşru yollardan savaşı göze alamadığın zaman kitlesel olarak öldürüyorlar. Şu anda Irak ve Afganistan’da kitleler halinde sivil halkı öldürenlerin çok önemli bir kısmının eşcinsel olduğunu söylüyorlar. Bundan da özel bir zevk alıyorlar. Bu derin ruhsal travmalarla da ilgili bir konudur.” [10]
Sol liberaller, ittifak uğruna bu ve benzeri pek çok söylemi duymamazlıktan geldiler veya tam olarak nasıl tepki göstereceklerini bilemediklerinden sessiz kaldılar. Rıfat N. Bali, sol liberal kesimin bu ikircikli tavrını “Bu buhranlı ve karmaşık ortamda öncelik post modern darbeye direnmek olduğundan İslami kesimin içselleştirdiği kadınlara, eşcinsellere, gayri Müslimlere ve ateistlere yönelik ayrımcı, ırkçı ve antisemit yaklaşım göz ardı edilecekti.” cümleleriyle özetleyecekti. [11] AKP’nin yükselişine ve Kemalist rejimin saldırganlığının şiddetlenmesine paralel olarak, Milliyet yazarı Ece Temelkuran’ın saptadığı gibi, “Söz tekeli artık büsbütün İslami kesime, muhafazakar çevrelere terk edildi. Sola ne kaldı? Tereddüt!” [12]

Türkiye’deki İslami kesim, İslam Dünyasına tamamıyla hakim olan ve 11 Eylül olaylarından Darfur’da yaşanan kıyıma kadar Müslümanlara atfedilen her türlü zulüm ve terör olayından “Amerika ve/veya İngiltere ile bu ülkeleri gizli/açık yöneten Yahudileri ve Yahudi sermayesini” sorumlu tutan komplocu düşünce yapısını paylaşmakla kalmıyor; resmi tarihin reddedilmesi sürecinde, tarihi yeniden yorumlarken özgün antisemit komplo teorileri de geliştiriyordu: II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden, Ergenekon örgütlenmesine; 1915 Ermeni Soykırımından, Kuzey Irak’ta Saddam rejiminin ardından Kürdistan Özerk Yönetimi kurulmasına; İstanbul’daki Sinagog saldırılarından, işadamı Üzeyir Garih cinayetine; hatta Münevver Karabulut’un katil zanlısı Cem Garipoğlu'nun saklanmasından, kuş gribine kadar hemen her baş ağrıtıcı hal ve durumdan “Siyonistler, Yahudi sermayesi ve onların yerel işbirlikçileri”ni sorumlu tutma eğilimi iyice su yüzüne çıktı. Muhafazakarlaşarak gitgide içine kapanan bir toplumda, özellikle antisemit komplo teorileri itibar kazandı, bunların kurgulayıcıları “sözü dinlenir uzman” olarak yazılı ve görsel medyada sık sık boy gösterdi ve meşruiyet kazandı.

Liberal ve sol liberaller, bu “hassas” konuda da İslami kesimin eskiden beri varolan ancak son dönemde 2. Dünya Savaşı dönemindeki şiddetini yeniden yakalayan ırkçı, antisemit ve hatta zaman zaman faşizan söylem ve görüşlerine karşı çıkmak yerine, makyavelist bir yaklaşım geliştirerek, ortak hedefe doğru yüründüğü sürece bu görüşleri göz ardı etmeyi, hatta yok saymayı; böylece İslami kesimle diyalog ve işbirliği kanallarını açık kalmasını yeğledi. Sol liberal ve liberal kesimlerin Yahudi düşmanlığı konusunda direnme refleksi veya iradesi göster(e)memesi ile birlikte, antisemitizmin yaygınlaşması da, antisemit söylemin sıradanlaşması da, Nazi Almanyası’ndaki “saf kan” saplantısının yerel yansıması olan “Sabetaycı / Dönme” avcılığının Türkiye’de ilk kez “merkez” medyada da bu denli gündeme oturarak toplumun her kesiminde olağanüstü ilgi ve itibar görmesi de, çok şaşırtıcı olmadı.

Aslında sol liberal kesim için Kemalist ideolojiyi reddetme mekanizmalarından biri olan resmi tarihe eleştirel bir bakış ve Meşrutiyet’ten başlayarak yakın tarihi yeniden yorumlama süreci, beraberinde azınlıklar tarihine de yeni bir perspektiften ve daha yakından bakmayı da beraberinde getirdi.Gerçi Agop Agopyan tarafından kurulan Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA), Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin Ermeni Soykırımını kabul etmesi amacıyla 1975-1985 döneminde —7 Ağustos 1982’deki Esenboğa Havaalanı saldırısı da dahil— 16 ülkede Türkiye Cumhuriyeti mülklerine ve diplomatlarına karşı bir dizi eylem gerçekleştirmişti; sosyalistler ve sol liberaller için 1915 Ermeni Soykırımı / Tehciri, ancak 90’lı yıllardan başlayarak gerçekliği ve boyutlarını algılamaya başladıkları bir olguydu. O dönemde yaşanan vahşetin akıl almazlığı dışında; 1915’in toplumsal dokuda yarattığı hasar ve bunun günümüzdeki izdüşümleri ile bir ulus-devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ve ulusal burjuvazisinin şekillenmesindeki önemli rolü içselleştirildikçe, yaşanan entelektüel travma daha da derinleşti. 1915, özellikle sol liberal kanaat önderlerinde 2. Dünya Savaşı ertesi Alman aydınlarının Yahudi Soykırımı sebebiyle yaşadıkları travmaya yakın bir suçluluk duygusu ve sarsılma yarattı.

Ahmet İnsel’inErmenilerle geçmişte yaşananlar hakkında, bir vesileyle kendilerine soru sorduğumuz annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz, “Sus evladım, karşılıklı çok büyük acılar çekildi” der ve başlarını çevirir, hüzünle bilinmez bir noktaya bakarlardı” diye, [13] Prof. Dr. Baskın Oran’ın ise, “Türkiye'de sivil toplum bu meselede gerçeği Ermeni diasporasının yayınlarından öğrendi. Mesela ben 45 yaşımdan sonra öğrendim.” [14] diye bahsettiği 1915 olayları, sol liberaller-İslami kesim ittifakı tarafından İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ve onun tarihsel devamı olarak Kemalist rejimin insanlığa karşı iradi bir suçu olarak tespit edildi. 1915’in Kemalist ideoloji tarafından önce tamamıyla inkar edilmesi, sonra da revizyonist bir söylem geliştirip “mukâtele [karşılıklı boğazlaşma] ve savaş koşullarının dayattığı tehcir [zorla göç ettirme]” olarak tanımlama çabaları; sol liberal kesim için “1915’te Osmanlı Ermenileri'nin maruz kaldığı Büyük Felâket'e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.” [15] bildirisi ile somutlaşan biçimde, derin bir utanç sebebi oldu.

Kemalist rejimin 1915 Ermeni Soykırımı / Tehciri konusunda toplumsal bellek üzerinde uyguladığı sistematik sansürün boyutları, Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Belge’nin Birikim dergisinin 202. (Şubat 2006) sayısında “Edebiyatta Ermeni Sorunu” başlığıyla yayınlanan bir makalesinde, Türk edebiyatında 1915 olaylarının görmezden gelindiğini, onu şaşırtan biçimde Nâzım Hikmet'in de bu tutum içinde olduğunu yazmasıyla ortaya çıktı. [16] Nokta dergisi, yaptığı bir araştırma sonucu, Hikmet’in kaleme aldığı “Akşam Gezintisi” adlı şiirinin, özgün halinin aşağıdaki 5 mısraı da içeriğini, ancak bu satırların devlet tarafından özenle sansürlendiğini ortaya çıkardı:
“…
bakkal karabetin ışıkları yanmış
affetmedi bu ermeni vatandaş
kürt dağlarında babasının kesilmesini
fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri türk halkının alnına
…” [17]


Belge, Nokta dergisine yaptığı açıklamada “Nâzım Hikmet benim çok sevdiğim bir yazar. Ermeni soykırımı konusunda böyle bir şiirinin çıkmasına çok sevindim. Öbür türlüsü canımı sıkardı.” dedi. Gerçi Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Genel Sekreteri şair Turgay Fişekçi [17] ve Hürriyet gazetesi yazarı şair Özdemir İnce [18], bu satırların Ermeni Soykırımı’na gönderme yaptığına itiraz ettiler; ancak Nazım Hikmet’in 1915 hakkındaki görüşleri, uluslararası camiaya çok da yabancı değildi; hatta son olarak Derek Jones’un 2001 yılında basılan “Censorship: A World Encyclopedia” adlı eserinde de, Nazım Hikmet üzerine şu satırlar da yer almaktaydı: “Serbest nazımda yazığı şiirleri genellikle sosyalist konular üzerinedir ve Marksizm’i teşvik edicidir. Eserleri sosyal eleştiri ile doludur ve Türkiye’de Ermeni Soykırımını hakkında ne düşündüğünü açıkça söylemiş az sayıdaki yazardan biridir.” [19]

Zaten geleneksel olarak devlete muhalif ve azınlık hakları konusunda hassas olan demokrat sol ve sol liberaller için, nasıl 1923-24 Nüfus Mübadelesi Rumlar konusunda bir hassasiyet yarattıysa, 1915’e ilişkin içselleştirme, kabullenme ve travma da Ermeniler konusunda çok daha keskin bir hassasiyeti yaratmış oldu. Kemalist rejimden payına oldukça fazla miktarda baskı ve zulüm düşen İslami kesim zaten, İttihat ve Terakki döneminden başlayarak ülkenin İslam düşmanlığı temelinde “Yahudi” ve onun yerli işbirlikçileri olan Masonlar ve Dönmeler tarafından yönetildiği düşüncesine sahipti. O sebeple, İslami kesim için de Theodor Herzl’e Filistin’de toprak vermeyi reddeden II. Abdülhamid’in Müslümanlara bir zulüm olarak İttihat ve Terakki tarafından tahttan indirilmesi, İttihatçıların Müslümanlara bir zulüm olarak laisizm temelinde Cumhuriyeti kurmaları ve Herzl’in görüşleri doğrultusunda eski Osmanlı topraklarında Müslümanlara bir zulüm olarak İsrail’in kurulması gibi birbiriyle ilişkilendirdikleri zincire, bir başka İttihatçı / “Yahudi” zulmü olarak 1915 olaylarını eklemek pek de zor olmadı.

Sol liberaller ve ittifak yaptıkları İslami kesimin önderleri, farklı sebeplerle geliştirdikleri, ancak ortak bir zeminde buluşmayı başardıkları Ermeniler konusundaki bu yeni hassasiyet sebebiyle, Türkiyeli Ermenilere yapılan ırkçı saldırılar söz konusu olduğunda —haklı olarak— ciddi tepki gösterdiler. Ancak iş Yahudilere karşı yapılan saldırılar olduğunda, sol liberaller, hem ideolojik arka planlarının derinlerinde bir yerlerde çakılı duran “Emperyalist burjuva Yahudi” imgesi sebebiyle, hem de İslami kesimle diyalog kanallarını açık tutmak adına, sessiz kalmayı seçtiler. İşte belki de bu yüzden, sırf Yahudi oldukları için öldürülen Yasef Yahya ve Mois Konur’la kimse ilgilenmedi, Sinagog saldırılarından sonra kimse sokaklara dökülmedi, Nuray Mert’in “ulusal yas” çağrısı cevapsız kaldı, Nurullah Kuncak’ın tezlere konu olacak demeci girmezden gelindi, İslami yayınlardaki antisemit söylem göz ardı edildi veya “düşünce özgürlüğü” kisvesi altında hoş görüldü; 15 Kasım’ın yıldönümlerinde ellerinde pankartlarla sokaklara dökülen, “hepimiz Yahudi’yiz” diye bağıran veya köşelerinde iki satır yazı yazan pek çıkmadı. Anadolu’da Vakit, Yeni Şafak, Zaman ve Türkiye gazetelerinde, hatta bu ittifakın dışında yer alan Millî Gazete’de ve bunlarla aynı çizgideki televizyonlarda sık sık antisemit yorum ve haberler yer almaya devam etti.

Rıfat N. Bali, “halkı, dil, din, ırk mezhep ve bölge ayrımı gözeterek, kin ve düşmanlığa açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle hakkında açılan davayı kaybeden ve kendini fesheden antisemit Akit gazetesiyle ilgili ilginç bir örnek vermektedir:
“[Bu da] İslami entelijensyanın radikal isimlerini ya hoşgörmek, ya yazdıklarını okumazdan gelmek veya […] nefret söylemini dile getiren yazarları “ifade özgürlüğü” çerçevesi içinde değerlendirmek gibi bir “demokrat” tavrın gelişmesine yol açacaktı. Bu tavrın en belirgin örneği […] Anadolu’da Vakit gazetesinin (selefleri Beklenen Vakit ve Akit) ırkçı ve antisemit yayınları konusunda, iki istisna dışında [Menderes Çınar, “Akit gazetesi, “Şer güçlere karşı ateş hattında”, Birikim, 99:77-85, Temmuz 1997 ve Ruşen Çakır, “Akit ya da lumpen İslâmcılık üzerine notlar”, Birikim, 136:82-89, Ağustos 2000], ciddi herhangi bir incelemenin yayınlanmamasıdır. Yayınlanmaması bir yana tam aksine Akit yönetimi aleyhine açılan davaları kaybetmesi ve tazminat cezalarının kesinleşmesi üzerine cezaları ödememek için gazeteyi kapatıp Anadolu’da Vakit adıyla yeni bir gazete gibi yayınına devam etmesi üzerine liberal ideolojiyi savunan Liberal Düşünce Topluluğu’nun web sayfasında yer alan bir makalede bu kapatma kararı “ifade özgürlüğü”nün kısıtlanması olarak eleştirilebiliyor ve Akit’e övgüler düzenlenebiliyordu.” [11]
Sol liberal-İslamcı ittifakı, Türkiye’de son 20 yılın en önde gelen antisemit isimlerinin de 1990’lı yılların sonlarına doğru “demokrat İslamcı” ve “liberal İslamcı” tanımlarıyla saygınlaşmalarına sebep oldu.

1950’li yıllarda, Büyük Doğu dergisinin sahibi şair Necip Fazıl Kısakürek’in, İslam düşmanlığı yaptığı savıyla, özellikle “Dönme” ve “Çıfıt” gibi antisemit bir söylemle hakaret ettiği ve hedef gösterdiği Vatan gazetesi sahibi Ahmet Emin Yalman’ı 22 Kasım 1952’de 6 kurşunla vuran, ve 19 Şubat 2006’da Akşam gazetesine verdiği bir röportajda bu olayı “Büyük Doğu’ların Yalman aleyhinde yazdıklarının hepsini okuyorsun. Gün geçtikçe için daha fazla kin ve nefretle doluyorsun. […] Mukadessatına durmadan sövüyor. Daha nasıl tahammül edebilirsin. Haydi sen ol da vurma." diye anlatıp, "Yeryüzüne Hz. Peygamber’den daha büyük bir ahlakçı gelmiş midir? O dönemde bir suikast olayı olmuş. Bir şair [Yahudi şair Kâ’b bin Eşref] var, mütemadiyen Hz. Peygamber hakkında yazılar yazıyor. Hz. Peygamber’in “Yahu şunu susturamıyor musunuz?” dediği söyleniyor. İki sahabe buna inanarak kellesini kesip adamı susturuyorlar.” [20] diye rasyonalize eden Hüseyin Üzmez bu saygın isimlerden biriydi.

Star gazetesi yazarı Hidayet Tuksal Şevkatli’nin 6 Kasım 2009’da “Ankara’nın muhafazakar kesimlerinde tanınmış ve ne hikmetse sevilen, 60’ına merdiven dayamış, kabadayı kılıklı bir ağabeyi, bir yandan millete akşam meclisleri kurup tefsir dersleri veriyor, bir yandan da bu karizmadan etkilenerek kendisine yakınlaşan genç kızlara tacizde bulunuyordu. Bu duyum üzerine, ne yapılabileceği konusunda istişare etmek üzere, Ankara’da tanıdığımız âkil adamlardan bazılarını platforma davet ederek meseleyi anlattık. Bu adamlar, ilerleyen saatlerin sonunda, harekete geçebilmek için yeterince kanıt olmadığını ileri sürerek, bizden daha ikna edici deliller isteyerek dağılmışlardı. […] İki gün sonra […] hakkında konuştuğumuz adam, fedaileriyle başkanımızın evini bastı ve ona yaraşan bir alçaklıkla tehdit etti. Korktuk ve gidip şikayet bile edemedik. Aradan geçen onca yıldan, bu yıllar içinde adamın eline düşen onca kızdan sonra, nihayet kendisi ahir ömründe rezil olarak mahkemelere düştü de ilahi adalet yerini buldu.” [21] diye bahsettiği Hüseyin Üzmez, daha sonra antisemit yayınlarıyla tanınan Akit ve Anadolu’da Vakit gazetelerinde köşe yazarı oldu ve o dönemde televizyonlardaki tartışma programlarının vazgeçilmez isimlerinden biri haline getirildi.

O dönemde demokrat ilan edilen bir diğer isim de, 2008 yılında “Haydi Gel Bizimle Ol” adlı programda, Üzmez’in çocuk tacizi sebebiyle gözaltına alınması hakkında konuşulması üzerine “Yine topyekün seferberlik başlattılar. Yedekleri de cepheye sürüyorlar.. Müjde Ar bile, Aysun Kayacı ile birlikte “ahlak” dersi vermeye kalkıyor. […] Bunlar “pornocu” değil mi? Grub sex yapıp, ensest ilişkiye giren Lolita takımından değiller sanki.. Homoluğu, lezbiyenliği meşrulaştırmaya çalışanlar kendileri değil sanki.” [22] diye düşüncelerini özgürce ifade edecek olan; antisemit yazıları, bugün bile vazgeçmediği “Sabetaycı / Dönme” avcılığı ve “her taşın altında Yahudi ve Dönme arama” saplantısıyla tanınan, o dönemin Anadolu’da Vakit gazetesinin ve Cuma dergisinin başyazarı Abdurrahman Dilipak’tı. Bir yandan sol liberal entelektüellerle ortak kitaplara imza atan, televizyonlarda onlarla ortak tartışma programları hazırlayan Dilipak; bir yandan da “aydın” sayılmanın önkoşullarından biri olan sivil inisiyatiflerde yer alma konusunda oldukça aktifti.

16 Şubat 1969 günü Beyazıt meydanında 6. Filoyu protesto eden solculara saldırarak Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ın ölümüne, yaklaşık 200 kişinin de yaralanmasına sebep olan İslamcıları, sahibi olduğu Bugün gazetesinde yazdığı yazılarla tahrik eden ve tarihe Kanlı Pazar olarak geçen bu olayın azmettiricilerinden sayılan Mehmet Şevket Eygi de, yeni ittifakın yıldızlarından biriydi. 60’lı yılların en ünlü İslamcı yazarlarından olan Eygi, o dönemde “Büyük fırtına patlamak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn bir savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tesbihimi çekerim, etliye sütlüye karışmam deyip de zulüm edenlerden olma, gözünü aç bak. […] Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur. Canını veren şehitlik şerefini kazanır. […] Ezanlar susturulmasın, Müslümanlar komünizmle çarpışan devlet kuvvetlerine yardımcı olsunlar.” [23] türü yazılar kaleme almaktaydı. Bugünlerde Millî Gazete’deki köşe yazılarında, aynı 60’lı yıllarda olduğu gibi bıkmadan ve yorulmadan “Sabetayist / Dönme” avcılığı yapmaya ve “her taşın altında Yahudi ve Dönme” aramaya devam eden Eygi, 1990’lı yılların sonlarında Radikal gazetesi yazarı Neşe Düzel tarafından “İslamî kesimin saygın ismi.” [24] Enis Batur tarafından “bir sağ aydın” [25], Milliyet gazetesi yazarı Taha Akyol tarafından da “Muhafazakâr (devrimci ya da siyasi değil) İslami kesimin saygın isimlerinden biri” [26] olarak lanse ediliyordu. Akşam Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut da, 2004’te Mehmet Şevket Eygi ve Abdurrahman Dilipak’ı en sevdiği yazarlar arasında sayacaktı. [27]

Sol liberaller, AKP dönemi boyunca İslami kesimle ittifakı ufak tefek sekmelerle de olsa yürüttüler. Ancak yine de, kaçınılmaz çatışma noktaları zaman zaman su yüzüne çıktı. Akif Emre, ittifakın İslami kanadındaki bir takım rahatsızlıkları 26 Şubat 2008’de Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında dile getiriyordu:
“Sorun, liberallerin neden AKP'yle ters düştüklerini (şimdi) fark etmiş olmalarından çok AKP'nin liberallerle kurduğu ilişkinin içeriğinde yatıyor. Bir tür ideolojik destek anlamında, her türlü siyasal meşruiyeti liberal söyleme emanet eden muhafazakar partinin köşe yazarlarından azar işitmeyi yeterince hak ettiği bile söylenebilir. Asıl mesele, liberallerle yapılan ittifak devam etse de, kalsa da, Ak Parti söyleminde, daha da önemlisi tabanında bıraktığı tesirin, dönüştürücü etkisinin göz ardı edilemeyeceğidir. 28 Şubat sürecinde başlayan pragmatik ittifak arayışları, daha çok “itirafçılık” işlevi gören özeleştirilerle devam ederek bugünlere kadar gelinmiş oldu.

Liberal bakış açısı, siyaset ve ekonomik alandan toplum projesine kadar öylesine benimsendi ki konjonktürel işbirliği çerçevesinde ödünç alınan söylem olmaktan çıkıp her şeyi açıklayan, benimsenen dünya görüşü haline geldi. Bu anlamda siyaset kuramcıları açısında başlı başına çalışma konusu olabilir AKP örneği.” [9]
İttifak AKP’nin Avrupa Birliği çerçevesinde yaptığı reformlara destek verdi. Sol liberaller, AKP hükümeti bu çizgiyi koruduğu sürece, AKP Adana milletvekili Ömer Çelik’in yaptığı “Eşcinsellik onların kendi tercihleridir. Her vatandaş gibi siyaset yapmak onların da haklarıdır. Ancak eşcinseller AKP’ye üye olamazlar. Eşcinsellerin kendi partilerini kurarak siyaset yapmaları daha iyi olur” açıklamasına bile itiraz etmedi. Ancak hükümetin “çizgiden saptığı” hallerde ittifak, hükümeti açıkça eleştirmekten de geri durmadı.

3 Ekim 2008’de PKK, Hakkari Şemdinli’deki Aktütün Jandarma Sınır Karakoluna 15 askerin öldürüldüğü bir saldırı düzenledi. [28] Taraf, 8 Ekim 2008’de manşetten verdiği haberde Silahlı Kuvvetlerin baskından 16 gün önce haberi olmasına rağmen gerekli önlemleri almadığını; [29] 14 Ekim 1998’de uydu görüntüleri eşliğinde manşetten verdiği haberde ise Genelkurmay’ın baskını bir ay önceden bildiğini iddia etti. [30] Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da, 14 Ekim 2008’de “Bölücü terör örgütünün yaptığı eylemleri, altını çiziyorum başarılı gibi gösterenler, akan ve akacak olan her damla kanının sorumluluğuna ortak olacaklardır. Bunu herkesin anlamasını istiyorum. Son günlerde yoğunlaşan sistemli saldırılar, emin olunuz ki TSK'nın gücünü kararlığını azmini artırmaktan başka hiç bir işe yarayamaz. […] Bu saldırılar doğru bilgiye dayanmayan, sınırlarını aşan eleştirilerdir. […] Son sözüm şudur, dolayısıyla herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum.” [31] sözleriyle Taraf gazetesine yanıt verdi.


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın orduyu savunur bir çizgiye çekilmesi sebebiyle; 17 Ekim 2008 tarihli Taraf gazetesi “Paşasının Başbakanı” manşetiyle çıktı: “Şemdinli’de Büyükanıt’ın arkasında durması eleştirilen Başbakan şimdi de Aktütün haberleri nedeniyle medyayı tehdit eden Başbuğ’a sahip çıktı. “Başbuğ’un üslubundan ve sertliğinden şikayet edenler, önce dönüp kendilerine baksınlar” diyen Başbakan’a göre Aktütün’deki olası ihmalleri sorgulayan yayınlar da terör propagandası.” [32] Ertesi gün “Paşa’nın Başbakanı Değilim” başlığıyla çıkan Taraf gazetesi, “Açıklamalarıyla Genelkurmay Başkanı Başbuğ’a destek veren Erdoğan dün “Siz kimin medyasısınız” diyerek yine Taraf’a yüklendi. […] "Bu başlıklar tirajınızı yükseltmez" diye akıl verdi.” [33] yorumunu yapacaktı. Neyse ki, Taraf 31 Ekim 2008’de Mehmet Bekaroğlu'nun kaleminden, Erdoğan’ın tutumunun arkasında 28 Şubat’a benzer bir müdahale olduğundan bahisle, gerginlikten Genelkurmay Başkanını asıl sorumlu tuttuğunu açıkladı ve hükümetle yeniden barış sürecine girdi. [34]

Başbakanın 2 Kasım 2008’de Hakkari’de yaptığı “Biz tek millet dedik. Tek bayrak dedik. Tek vatan dedik. Tek devlet dedik. Buna kim karşı çıkabilir? Buna karşı çıkanın bu ülkede yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin.” [35] açıklaması da bütün bunlara eklenince, bu defa Fehmi Koru, 6 Kasım 2008’de NTV’de yayınlanan “Yazı İşleri” programında şu sözlerle başbakanı eleştirdi:

“Türkiye’de 2002 yılında yaşanan Obamacı bir yaklaşımdı ama Türkiye 2008 yılına geldiğinde biraz Bush’u andıran bir yönetim anlayışı içinde sorunlara yaklaşıyormuş gibi görünüyor. […] Ben aslında Kürt sorununa yaklaşımdan hareketle genel olarak hükümetin insan hakları, demokrasi noktasında son zamanlarda biraz kendi çizgisinden saptığı kanaatindeyim.” [36]
Başbakan Erdoğan ertesi gün Koru’ya “Güya biz iktidara gelirken Obama gibi gelmişiz şimdi Bush olmuşuz. Sevsinler seni. Yazıklar olsun.” [37] cevabını verdi. Koru, 10 Kasım’daki köşe yazısıyla, hükümetle ilişkilerini tamir yoluna gidecekti: “Bekledikleri, benim bu kavgayı sürdürmem... Sürdürmem, neden sürdüreyim… […] Gazeteci milletinin yolu sevdiği kişilerle de çapraz kesişir; ee, o durumda ne olacak? Ne olacağı belli… Benim başbakanı eleştirmeye hakkım varsa, ki var, elbette başbakanın da beni eleştirmeye hakkı vardır.” [38]

1990 ve 2000’li yıllarda, kitapçı rafları Yahudi düşmanı, Nazi taraftarı ve Dönme avcısı yayınlarla doldu. İşin ilginç tarafı, ülkede herkes birbirini “gizli Yahudi” olmakla suçluyordu. İslamcılara göre Derin Devleti oluşturan asker-sivil unsurların çoğunluğu “Dönme” idi, ulusalcılara göre, Abdullah Gül de, Recep Tayyip Erdoğan da, Bülent Arınç da “gizli Yahudi”ydi; Prof. Dr. Yalçın Küçük’e göre —kendisi de dahil—ülkede “Sabetayist” olmayan elit neredeyse yoktu. Bir zamanlar, dünyadaki sosyal-siyasal sorunların temelindeki çelişki ve çözümleri gözden kaçırmak amacıyla her şerrin sorumlusu olarak gösterilen “komünizm” ve “emperyalizm”in yerine artık, “Siyonist- emperyalist burjuva Yahudi”den “1. Dünya Savaşında Filistin ve Çanakkale’de bizi arkamızdan vuran, Türk’ün düşmanı Yahudi” ve “Allah’ın lanetlediği, eli kanlı İslam düşmanı Yahudi”ye kadar uzanan yelpazeden, herkesin meşrebine göre seçilen bir “Yahudi” imgesi yerleştirilmekteydi.

Taraf yazarı Rasim Ozan Kütahyalı da 1990’larda İslami ve ülkücü kesimlere hakim olan antisemitizmi 2008’de yazdığı bir makalede çok net anlatacaktı: “İslami ve ülkücü grup arasında o dönem yeni ünlenmeye başlayan Harun Yahya müstearıyla Adnan Oktar’ın kitapları da elden ele dolaşırdı... Masonlar, Yahudiler, Siyonistler muhabbeti bir süre sonra varolan dünyayı açıklamak için temel açıklayıcı anahtar haline geldi... Sonradan bu bayrağı ülkemizde kendine solcu diyenler devraldı ama o zamanlar henüz bu muhabbet Türk sol muhayyilesinin gündemine girmemişti... Fakat üç grubun da kesin surette anlaştığı bir şey vardı. O da Anti-Emperyalizm ve Anti-Amerikanizm idi…” [39]

Buna rağmen, 30'larda Cevat Rıfat Atilhan ve Hüseyin Nihâl Atsız gibi ırkçı milliyetçi yazarların, 1960’lı yıllardan günümüze kadar Mehmet Şevket Eygi ve 1990’lı yıllardan itibaren Abdurrahman Dilipak başta olmak üzere Ertuğrul Düzdağ, ve Harun Yahya (Adnan Oktar) gibi ırkçı İslami yazarların başını çektiği “Sabetaycılar / Dönmeler” ekseninde yürütülen antisemit cadı avını tamamen yok sayan sol liberal-İslami ittifak, Ergenekon davası sürecinde antisemitizmi de “kamuoyu gözünde AKP ve demokratları karalamak amacı güden, sadece Kemalist ulusalcılarda görülen bir hastalık” olarak yeniden tanımlamaya çabaladı. Böylece bu kafatasçı cadı avının sorumluluğu, bu işe İslami yazarlardan çok daha sonra soyunan ulusalcı antisemit ikilinin, yani —o da Ergenekon ile ilişkilendirilmesinden bu yana— Yalçın Küçük, Ergün Poyraz ve Soner Yalçın’ın üzerine kalmış oldu. Halbuki, Ergenekon davası öncesi İslami yazarların çoğu, aynı Zaman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın 4 Mayıs 2004’de köşesinde Soner Yalçın ve onun Efendi adlı kitabı için yazdıklarına paralel bir şekilde, “gizli Yahudileri deşifre eden” Küçük ve Yalçın’a övgüler yağdırmaktaydı:
“Her yazdığı kitapla gündeme oturan Soner Yalçın, son eseri Efendi ile de çok konuşulacak. […] Korku belasına Müslüman olduğunu açıklayan Sabetaizm’in kurucusu [Sebatay Sevi], hiçbir zaman samimi olmamış, Yahudi inancını gizliden gizliye yaşamış; hatta bunun felsefesini yapmıştı. Bu felsefeye göre Müslüman gibi görünmek için her türlü takiyye yapılacak, şartların el verdiği ölçüde camilere, kışlalara, devlet dairelerine sızılacaktı. Öyle de oldu. İttihat ve Terakki başta olmak üzere tarihte iz bırakan pek çok olayın arka planında Sabetaycılar vardı. […] Sabetaycılık mevzuuna daha çok muhafazakar kitleler sahip çıktı. O yüzden de kimi zaman iddialara dudak bükülüp geçildi. […] Sabetaycıları şimdi Soner Yalçın masaya yatırıyor. Yalçın, Tempo`ya verdiği röportajda diyor ki: “Bizim tarihimizde (Sabetaycılık), siyasal İslamcılara bırakılmayacak kadar önemli bir konu.” Haklı. […] Ortada 350 kaynaktan yararlanarak ve 30 kişi ile görüşülerek kaleme alınan bir eser var. Ve bu eser inanılması güç ayrıntılara yer veriyor... […] Şimdi daha öte araştırmalar yapma zamanı. Korkmadan, endişe etmeden, komplolar üretmeden, ezilmişlik ve yenilmişlik psikolojisine teslim olmadan.” [40]
Küçük’ün Ergenekon Davası sanığı olması sonrası “Sabetaycılar” konusunda ihalenin neden Yalçın Küçük, Soner Yalçın ve Ergün Poyraz üçlüsünün üzerine bırakıldığı da daha sonradan ortaya çıkacaktı: Madem AKP'liler de Dönme olmakla suçlanmaya başlamıştı, o zaman aslında, “Sabetaycılar / Dönmeler” ekseninde yürütülen antisemit cadı avı bir Ergenekon planıydı! Türkiye’deki antisemitizmin “ulusalcı” ayağına değinen Rasim Ozan Kütahyalı, Taraf gazetesindeki 17 Eylül 2008 tarihli yazısında şöyle diyordu:
“İsrail meselesinde de, Ergenekon zihniyeti iki yönlü strateji izliyor… Bir yandan içeride sistematik olarak Yahudi-düşmanlığını pompalıyor… Dışarıda ise tam anlamıyla İsrail-yandaşı bir rota izliyor… Bir yandan, askerî istihbarat marifetiyle yürütülen projelerle Yahudi-düşmanı kitaplar yazdırılıyor. Kimi televizyon dizilerine verilen lojistik destekle bu ırkçı düşmanlık körükleniyor. […] Bu cumhuriyetin tarihi Yahudilere yapılan ahlak ve hukuk dışı uygulamalarla dolu… Dış ilişkilerde tam gaz İsrail-yandaşı olan devlet zihniyeti, diğer taraftan Müslüman yurttaşlarının İsrail ile Yahudileri özdeşleştirerek her ikisinden de nefret etmesini arzuluyor, bunu kışkırtıyor…

Ergenekon bağlamında son 6-7 yılın projesi de bu strateji üzerine oturuyordu… Erdoğan, Gül ve Arınç gibi isimlerin kökeninin Yahudi olduğu, onların İsrail’in ve ABD’nin adamı olduğu yönünde sistematik propagandalar yürüttü Ergenekon örgütü… […] İsrail ve ABD’nin en aşırı-sağcı isimleriyle Ergenekon’un “proje ve tasarım”cı aktörlerinin yakın temasta olduğunu biliyoruz. […] Türkiye halkında özellikle İslami kesimde Yahudi-düşmanı ırkçı duyguların azması, AKP hükümetinin de bu yönde davranması, Türk devlet zihniyetinin en çok isteyeceği şeydir… […] İşte bir darbenin zemini böyle hazırlanır… Ergenekon’un Yahudilik ve İsrail üzerinden yürüttüğü bu strateji çok tehlikelidir… Başarıya ulaşırsa, tüm Türkiye yurttaşlarının geleceği kararır… Bu dava o sebeple yüzyılın davası…” [41]
Kütahyalı yazısında Ergun Poyraz, Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ı deşifre etmek isterken; aslında belki de, Mehmet Şevket Eygi ve Abdurrahman Dilipak başta olmak üzere Ertuğrul Düzdağ, ve Harun Yahya (Adnan Oktar) gibi “Sabetaycı” avcısı yazarların da Ergenekon örgütü —veya Ergenekon örgütünü idare eden daha derindeki asıl Derin Devlet’in— üyesi olduklarını ifşa etmiş oluyordu! Üstelik Zaman gazetesi yazarı İhsan Dağı da, 6 Şubat 2009’da aynı yöne işaret eden bir yazı kaleme alıyordu:
“Bu ülkede anti-Semit arayanlar ne Gazze'ye destek mitinglerine baksınlar ne de muhafazakâr-dindar kesimlere, pek bulamazlar. Yeni kuşak anti-Semitler modern, kentli, eğitimli ve laikçi kesimlerden çıkıyor. […] Açıklayalım; son yıllarda Sabetaycılık üzerine yapılan sistematik yayınlarla 'anti-Semitik' bir zihin ve algı dünyası yaratıldı. Sabetaycılık üzerine yazılan abuk sabuk kitapların, internette dolaşan mesajların ve televizyon programlarının haddi hesabı yok. Yaptıkları, açıkça kafatası avcılığı, şecere çöpçülüğü. Memleketin neredeyse tüm kalburüstü aydınları, gazetecileri, akademisyenleri, işadamları ve siyasetçileri 'Yahudi' kökenli dönme/Sabetayist olmakla “suçlandılar”. Evet suçlandılar, bu kafatası avcıları ve şecere çöpçüleri için Yahudi kökenli olmak bir 'komplo'nun parçası olmakla, 'suçlu' olmakla eşanlamlıydı. […] Ulusalcı 'refleksleri' uyarması amaçlanan Sabetaycılık yayınlarıyla çizilen tablodan görülen, memleketin adeta 'Yahudi kökenliler'in istilası altında olduğuydu; yeniden bir 'ulusal kurtuluş savaşı'na hazır olmak gerekiyordu... Meseleyi o kadar abarttılar ki, devletin kurucusunun bile bir Sabetayist olduğunu ima eden yazılar yazdı bu 'ulusalcı şecere avcıları'; onlara göre Türkiye Cumhuriyeti bile bir 'Yahudi' projesiydi. Hatta İsrail, Yahudilerin kurduğu 'ikinci' devletti. Birincisi mi? Türkiye... Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan hakkında bile 'Musa'nın çocukları' yalanları yazıldı. […]

Toparlarsak; bugün anti-Semit arayanlar, ulusalcı hareketin yayınlarına, yazarlarına, strateji ve taktiklerine bakmalı. Anti-Semitizm bu hareketin yapıtaşlarından, tutkallarından birisi. […] Sonuçta; Goebbels'in ulusalcı çocukları işlerini yaptılar, hem de iyi yaptılar. Korku, kuşku ve çevrelenmişlik duygusu yaratarak, her taşın altında bir 'Yahudi parmağı' bularak, devletin ve toplumun önde gelen her ismine 'Yahudi kökenli' damgası vurarak modern, kentli, eğitimli ve fakat yalnız ve güvensiz kesimler arasında 'yeni anti-Semitik' bir dalga yarattılar. Yalnız, şimdi dönüp de bunun çamurunu başkalarının üzerine atmasınlar.” [42]

Bu yazı dizisinin diğer makaleleri:

Hakkımız olmayan tek şey unutmaktır… 22 Aralık 2009 Salı http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/hakkmz-olmayan-tek-sey-unutmaktr.html

Allah Aşkına, Nedir Bu Antisemitizm, Bilen Var mı? 25 Aralık 2009 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2009/12/allah-askna-nedir-bu-antisemitizm-bilen.html

Büyüklere Masallar: Türkiye’de Antisemitizm Yoktur 01 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/buyuklere-masallar-turkiyede.html

"Salkım Hanım'ın Taneleri" mi, "Yahudi'nin Adı Yok" mu? 18 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/salkm-hanmn-taneleri-mi-yahudinin-ad.html

Bilimin Yüzümüze Tuttuğu Ayna 25 Ocak 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/bilimin-yuzumuze-tuttugu-ayna.html

Antisemitizm korkusu, İsrail’in eleştirilmesine engel mi? 29 Ocak 2010 Cuma http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/01/antisemitizm-korkusu-israilin.html

Kırılma Noktası 2: Dökme Kurşun Harekatı 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/krlma-noktas-2-dokme-kursun-harekat.html

Mazluma da Zalime de (Şahide de) Kimlik Sormamak 22 Mart 2010 Pazartesi http://ozgurlukcudemokrasi.blogspot.com/2010/03/mazluma-da-zalime-de-sahide-de-kimlik.html


Kaynakça
  1. Yurdatapan, Şanar; Dilipak, Abdurrahman. Ortak Payda Yeşil-Kırmızı Kırmızı-Yeşil Denemeler. İstanbul: İnkılâp Kitabevi. 248 sayfa, 2004. ISBN: 9789751022479
  2. Türkmen, Hamza. Sosyalist Sol ve Müslümanlar Arasındaki Diyalog Klişe Söylemleri Aşabilir mi?, Haksöz, Nisan 2003. http://members.lycos.co.uk/musluman/guncel/haksoz_14.htm
  3. Yurdatapan, Şanar; Dilipak, Abdurrahman. Ortak Payda Yeşil-Kırmızı Kırmızı-Yeşil Denemeler. İnkılâp Kitabevi. 248 sayfa, 2004. ISBN: 9789751022479
  4. Yurdatapan, Şanar; Dilipak, Abdurrahman. Kırmızı Yeşil Anılar / Yeşil Kırmızı Anılar. Aykırı Yayınları. 260 sayfa, 2003. ISBN: 9789758337682
  5. Belge, Murat; Perinçek, Doğu; Dilipak, Abdurrahman. İslamiyet ve Barış Tartışması. Kaynak Yayınları. 70 sayfa, 1997. ISBN: 2789785842217
  6. Behramoğlu, Ataol; Mahçupyan, Etyen; Akyol, Taha; Dilipak, Abdurrahman; Alatlı, Işıl. Beyin Fırtınası: Demokrasi, Batılılaşma, Laiklik, Devlet, Yeni Dünya Düzeni. Esra Yayınları. 248 sayfa, 1996. ISBN: 9757173452
  7. Kıvanç, Taha (Koru, Fehmi). Komplo teorilerine sakın kanmayın. Yeni Şafak. 27 Eylül 2001. http://www.yenisafak.com/arsiv/2001/eylul/27/tkivanc.html
  8. Kaya, Rıdvan. Töre Cinayetleri: Kim Neyi Mahkum Ediyor, Neyi Savunuyor? Haksöz. Sayı: 158/159. Mayıs/Haziran 2004. http://haksozhaber.net/okul_v2/article_detail.php?id=4054
  9. Emre, Akif. Başörtüsü kadın sorunu mudur? Yeni Şafak. 26 Şubat 2008. http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=9533&y=AkifEmre
  10. Ali Bulaç'ın 'Ortaçağ kafası'. Haber24. 14 Mayıs 2009. http://www.haber24.com/Guncel/1-44455/Ali-Bulac-in-Ortacag-kafasi.html
  11. Bali, Rıfat N. Doksanlı Yıllar - Medya Temelli Bir Bilanço Denemesi. http://www.rifatbali.com/images/stories/dokumanlar/doksanli_yillar.pdf
  12. Temelkuran, Ece. Azınlık Haklarımızı Veriniz! Milliyet. 4 Nisan 2004 http://www.milliyet.com.tr/2004/04/04/yazar/temelkuran.html
  13. İnsel, Ahmet. Tehcir, Mukatele, KıtalRadikal. 22 Ekim 2006. http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6360
  14. Oran, Baskın. Ermeniler Türkiye Sivil Toplumuna Güvenmeli. Radikal. 6 Kasım 2009. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=&ArticleID=944230
  15. Ermenilerden Özür Diliyorum. Erişim Tarihi: 7 Kasım 2009. http://www.ermenilerdenozurdiliyorum.com/
  16. Belge, Murat. Edebiyatta Ermeni Sorunu. Birikim. 202:28-45. Şubat 2006.
  17. Nâzım'ın dizelerindeki soykırım sansürlendi mi? Sabah. 22 Aralık 2006. http://arsiv.sabah.com.tr/2006/12/22/gnd101.html
  18. İnce, Özdemir. Nâzım Hikmet’e Pislik Sıçratmayın. Hürriyet. 3 Ocak 2007. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=5712537
  19. Jones, Derek [Ed.]. Censorship: A World Encyclopedia. Chicago: Routledge. 2,950 sayfa, Aralık 2001. ISBN-13: 978-1579581350. http://www.thefileroom.org/documents/dyn/DisplayCase.cfm/id/1215
  20. Bayraktar, Necla. “Öldüremediğimi öğrenince dünya başıma yıkıldı.” Akşam. 19 Şubat 2006. http://www.tumgazeteler.com/?a=1350970
  21. Sevkatli Tuksal, Hidayet. Taciz nasıl engellenir? Star. 6 Kasım 2009 http://www.stargazete.com/gazete/yazar/hidayet-sefkatli-tuksal/taciz-nasil-engellenir-223587.htm
  22. Dilipak, Abdurrahman. Üzmez bu defa üzdü!. Anadolu’da Vakit. 5 Kasım 2008. http://www.habervaktim.com/yazar/8634/uzmez_bu_defa_uzdu.html
  23. Çiçekoğlu, Füsun. Hatırla Sevgili'den Gazete Kesikleri. BİA Haber Merkezi. 19 Nisan 2008. http://bianet.org/biamag/biamag/106410-hatirla-sevgiliden-gazete-kesikleri
  24. Neşe Düzel, “Türkler, Kürtler ve Lazlarla bu iş olmaz”, Yeni Yüzyıl, 22 Nisan 1996.
  25. Füsun Saka, “Entelektüellik Sorgulaması”, Tempo. 704:50-52. 7-13 Haziran 2001.
  26. Taha Akyol, “Yolsuzluk, İslam, laiklik”, Milliyet. 16 Şubat 2002.
  27. Serdar Turgut, “Sevdiğim yazarlar listesi”, Akşam. 10 Ocak 2004.
  28. PKK karakola saldırdı: 15 şehit. Radikal. 4 Ekim 2008. http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=901665&Date=04.10.2008&CategoryID=77
  29. Arıkanoğlu, Soner. Artık itiraf edin bu “ikinci Dağlıca”. Taraf. 8 Ekim 2008. http://www.taraf.com.tr/haber/18614.htm
  30. Aktütün’ü itiraf edin demiştik... Biz açıklıyoruz. Taraf. 14 Ekim 2008. http://www.taraf.com.tr/haber/19121.htm
  31. Başbuğ'dan çok sert açıklama. Milliyet. 15 Ekim 2008. http://www.milliyet.com.tr/Yasam/SonDakika.aspx?aType=SonDakika&ArticleID=1003564
  32. Paşasının Başbakanı. Taraf. 17 Ekim 2008. http://taraf.com.tr/haber/19253.htm
  33. Paşa’nın Başbakanı değilim.” Taraf. 18 Ekim 2008. http://taraf.com.tr/haber/19379.htm
  34. Bekaroğlu, Mehmet. Paşasının Başbakanı’nın Brifing Hükümeti. Taraf. 31 Ekim 2008. http://www.taraf.com.tr/haber/20389.htm
  35. Başbakan Erdoğan Hakkari'de konuştu. Hürriyet. 2 Kasım 2008. http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10265879
  36. Koru: Obama gibi geldiler, Bush’a benzediler. NTVMSNBC. 6 Kasım 2008. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/464982.asp
  37. Erdoğan'dan Fehmi Koru'ya “Yazıklar olsun! Sevsinler seni!” Radikal. 8 Kasım 2008. http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=907406&Date=08.11.2008&CategoryID=78
  38. Kıvanç, Taha (Koru, Fehmi). Ben eleştirdim… O eleştirdiYeni Şafak. 10 Kasım 2008. http://yenisafak.com.tr/yazarlar/default.aspx?t=10.11.2008
  39. Kütahyalı, Rasim Ozan. Bir okul ve 90’lar nostaljisi. Taraf. 17 Eylül 2008. http://www.taraf.com.tr/makale/1947.htm
  40. Dumanlı, Ekrem. Sabetaycılar ve Zehirli Ot Kokusu. Zaman. 4 Mayıs 2004. http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=43820&keyfield=5361626574617963C4B16CC4B16B
  41. Kütahyalı, Rasim Ozan. Ergenekon ve İsrail. Taraf. 11 Ocak 2009. http://www.taraf.com.tr/makale/3496.htm
  42. Dağı, İhsan. Yeni anti-Semitler kimler? Zaman. 6 Şubat 2009. http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=812115&keyfield=5361626574617963C4B16CC4B16B